Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Fenerbahçe'nin Parma'yı İstanbul'da yendiği maçta spiker, bir İtalyan takımına ezkaza gol atmış olmanın paniği ile bütün maç boyunca saçmalayıp dururken içinde debelendiği aşağılık duygusu inanılır gibi değildi; adam, maçın sonuna kadar bir "kutsal"a dahletmiş olanların tedirginliği ve korkusu ile maçı hepimize zehir etti. Fenerbahçe'nin "Avrupalı" olmaktan başka kariyeri olmayan teknik direktörü ise, spikerle aynı kafada olmalıydı ki, takımı galip durumda olmasına rağmen dokuz kişiyle oynayan rakibi karşısında zaman geçirme ve "dan-dun" dediğimiz savunma futbolunu tercih etti; Fenerbahçe İstanbul'da elenmişti aslında; Parma'da rövanşa çıkarken, "kutsal" bir takıma gol atmanın başlarına ne türlü belalar açacağını kestirmiş gibiydiler; korkuları onları yanıltmadı; elenip geldiler.

Aynı kafadaki bir başka spiker, Galatasaray'ın Atletico Bilbao'yu yendiği maçta da şuuraltının zifoslarıyla kulaklarımızı ve beynimizi kirletti durdu; son derece pısırık bir futbol anlayışıyla takımını sahaya süren Fatih Terim'i, sahada tekerlekli iskemleyle gezmesine rağmen futbol gururunu unutmayan usta oyuncu Hagi kurtardı. Yine ortalık birbirine girdi; yine görmemişler gibi sokaklara dökülerek "zafer"i kutladık. Halbuki, rakibi hangi takım olursa olsun herhangi bir Türk takımının, kendi evinde ağırladığı bir futbol takımını yenmesi "normal sonuç" olarak karşılanmalıydı; doğru mantık böyle düşünmeyi gerektirirdi.

Cumartesi akşamı, Bursa'da Alman Milli Takımı'nı yendik; bu, normal bir sonuçtu. Almanya'yı 47 yıldır yenememiş olmak gibi bir ödlek bahanesi yine geceyi burnumuzdan getirdi; maçın spikeri, berabere devam eden oyunun ilk yarısının sonlarına doğru yanındaki yorumcuya aynen şöyle söylüyordu: "Birkaç kere kalelerinde tehlike yaratmayı başardık; ama değil mi?" Adama göre Alman Milli Takımı'nın kalesine birkaç etkili atak yapmış olmak bile başlı başına olağanüstü bir şeydi; öyle ki attığı gollerle Türk mentalitesinin bir üst kalite katına terfi etmesine büyük hizmeti geçen Büyük Hakan, 70. dakikada Türkiye'yi öne geçirdiğinde, spikerin kalp sektesine uğramasından enikonu endişe ettim; çünkü spikerin havsalasına göre yine bir "tabu"ya dokunmuş, kutsal Almanya'nın kutsanmış kale ağlarının tozunu havalandırmış ve sanki asla şen'i bir cürüm işlemiştik.

Maçtan sonra yine sokaklardaydık; galip gelmek güzel; ama her galibiyetten sonra sevincimizi abartarak ifade etmekle aslında rakibimizi kutsamaktan başka bir şey yapmıyoruz. Neyse ki sair zamanda kültürsüzlükleri, cehaletleri, futboldan başka boyut taşımadıkları gerekçeleriyle küçümsediğimiz futbolcularımız, maçı anlattığını sanan spikerlerden de, kenarda yorum yaptığını sanan yorumculardan da, sokaklara dökülerek "görmemişin çocuğu" tavrıyla sevinen kalabalıklardan da daha ileri, (yani normal) bir mentaliteye sahip bulunuyorlar. Sahada sadece yapmaları gerekeni yapıyor ve başarıyorlar; o kadar. Herhangi bir Türk takımının kendi sahasında herhangi bir ecnebi takımı yenmesinin "normal sonuç" olduğunu, berabere kalmanın sadece misafir takımın işine yarayacağını, behemehal yenmeleri gerektiğini; ama yendiklerinde bile sadece görevlerini yapmış olacaklarını biliyorlar; bir de biz bilebilsek!..

Türkiye'nin birinci sınıf bir beynelmilel aktör olduğu gerçeğini önce bizim fark etmemiz gerekiyor. Kendimize ve kendi değerlerimize duyduğumuz güvensizlik, şüphe ve tedirginlik neredeyse "resmi ideoloji" haline geldi; günlerdir, kriz siyasetinde Suriye'yi geriletmiş olmanın keyfi parlıyor gözlerimizde; başka ne olması beklenebilirdi ki? Yıllardan beri "Bir Türk gencinin bilmem nerede kazandığı başarı" haberlerini sürmanşetlere taşımaktan, ekranlarda evire-çevire tekrarlamaktan usanmadık gitti.

"Normal" kavramına alışmamız lazım artık; Almanya'yı da evimizde yenemeyeceksek kime gücümüz yetecek yahu?