Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir halı saha kadar büyük odanın en ucunda, pencere kenarında dikilerek gecikmiş bir baharın yeşile boyadığı çevre tepeleri ve Ankara siluetini seyreden adam, kapının açılıp kapandığını, misafirin saygılı adımlarla yaklaştığını, hatta geldiğini duyurmak için hafifçe ‘öhö öhö' yaptığını duymasına rağmen istifini bozmadı. Bakışlarında ufku delip daha ötelere nüfuz etmek isteyen bir cephe kumandanının azmi okunuyordu ve sağ elini aynı M. Kemal Paşa'nın Kocatepe'deki gibi ceketinin aralığına sokmuştu. İkinci ‘öhö öhö'den sonra, misafirin görmediğinden emin olarak ‘lâhavle makamında' yüzünü ekşittikten sonra bütün vücuduyla ağır ağır döndü:

-Vaay Ahmetçiğim; sen buraların yolunu bilir miydin yav?

Ziyaretçi sarsıldı; en azından daha sıcak bir karşılama bekliyordu. Böyle anlarda ne kadar önceden hazırlık yapsa da defansı dağılıyor, içinden yere uzanıp, “Ben bunu hak etmedim, ben bunu hak etmedim” diye höyküre höyküre ağlamak geliyordu. Ne olursa olsun sarsıldığını belli etmemeliydi ama; zeki ve ince bir karşılık paniği toparlamasına yardım edebilirdi. Bir müddet düşündükten sonra dedi ki:

-Büyüklerimiz bize çağrılmadığın yere gitme diye tembih etmişlerdi, belki ondandır efendim. Davet ettiniz de icabet etmedik mi!..

Uzun boylu adam içinden, “Yav buna bir haller olmuş galiba” diye endişelendi. Dostça elini sıkarak iskemlede yer gösterdi, oturdular. İlk hamle ev sahibinden geldi:

-Çocuklar nasıl, büyüyorlardır inşallah?

-Eksik olmayın efendim; ellerinizden öperler. Pek yüzlerini görmüyoruz ama malum...

Uzun boylu adam başını salladı; biliyordu tabii. Sanki konuşmasalar da anlaşıyorlarmış gibi teklifsizce gülümsedi misafirine. Misafir neş'elendi hemen, “Beni seviyor, beni seviyor” diye tekrarladı içinden; oysaki bazı kötü amcalar, ‘Reis seni sildi; bozgunun bir numaralı sorumlusu olarak seni görüyor, derini yüzecek ha' diye doldurmuşlardı. Muhatabının gözlerine sevgiyle bakarak, sıcak, tatlı bir ifade aradı. Yoktu ama öyle bir şey. Mendilini çekerek alnında biriken terleri kurulamaya davranırken uzun boylu adam konuştu. Sesine dostça bir yakınlık vermek istemesine rağmen otogarlardaki anonsları andıran bir umursamazlık vardı.

-Yav dedi, ‘Biliyorsun âdettir, işte böyle çağırırsın filan. Baş başa kalırsın odada. Görevi verirsin sen bişeyler yap diye. Elâlem zannedir ki üüf bunlar kim bilir neler konuşuyorlar... Alâkası yok tabii. Ne var ki basına karşı ‘girmesiyle çıkması bir oldu' dedirtmemek lazım. Bi ara resim çektiririz, sonra benim biraz işim olacak yan odada. Burada günün gazeteleri var, bakarsın tamam mı? Birazdan dönerim.'

Misafir memnun bile oldu; adamla baş başa kalmak geriyordu her defasında. Gazetelere hızla göz attı, hepsi de havuz gazeteleriydi maalesef. Tam odadan çıkmak üzereyken ev sahibine seslendi:

-Affedersiniz efendim; başka gazete yok mu acaba; bizimkiler kabak tadı veriyor çünkü; birini okuyunca hepsini görmüş oluyorsun da...

Uzun boylu adam başını hafifçe çevirip gülümsedi:

-İşte burda haklısın dedi. ‘Komodinin alt gözünde muhalefet gazeteleri var; onları okumak daha heyecanlı, çocuklar kimse görmesin diye saklamışlar, oradan alır sonra yerine koyarsın tamam mı?

Tam kapıdan çıkarken komodinin alt çekmecesindeki gazetelere hamle eden misafirini uyardı:

-Meydan'ın bulmaca ekini doldurayım deme sakın! Yengen büyük bulmacasına hasta; ben de yatmadan sudokuyu çözmeden uyuyamıyorum. Okey?

Yarım saat sonra ajanslar, hükümeti kurma görevinin bir ay sonra nihayet başbakana tevdi edildiğini duyurdular.