Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Eskiden "Bâbıâli" derlerdi -ve bu tâbir şu "greko-romen" kılıklı medya tâbirinden şüphesiz daha güzeldi-, işte o eski tâbirin yeni karşılığı ile Türk basınının mühimce bir kısmı hayli zamandan beri bir "Ölü Köşe Yazarları Derneği" halini almış gibi geliyor bana.

Köşe yazarlığını, "Batı'nın ciddi kroniklerinde köşe yazarlığı diye bir kurum yok azizim: bu tamamen bize mahsus alaturka bir icat" diyerek küçümseyenlere iştirak etmiyorum; günde en az üç gazete geçiyor elimden ve her gazeteye eğildiğimde "köşe yazısı" okumadan haberlere bakmıyorum. Haberin haber olarak izzet ve itibarı kalmadı çünkü. Bazen doğrudan köşe yazısı okumak, Türkiye'de nelerin olup bittiğini anlamak için daha güvenilir bir mehaz teşkil ediyor; zira "sahibinin sesi" sıfatıyla hangi kurum ve isimin bir olay karşısında nasıl tavır takındığını anlamak, nirengi direği gibi vazife gören köşe yazarlarının sütunlarından rahatlıkla anlaşılabiliyor; öyleyse habere ne hâcet?

Birkaç gün önce Avrupa başkentlerinden birinde görev yapan bir Türk gazetecisine uluslararası bir basın kuruluşu tarafından ödül verildi; bu Türk gazetecisinin ödül heyecanıyla söylediği sözler o kadar dikkat çekici ve samimi ki, basın-yayın okullarında ibret diye okutulsa yeridir. Diyordu ki, "Bu ödülü hak ettiğime inanıyorum; çünkü yıllardan beri yaptığım haberlerle bana ödül verilmesine sebep olan anafikiri destekleyip durdum." Şüphesiz bu gazeteci şecaat arz ederken haberi, "haberci" sıfatını nasıl suiistimal ettiğinin farkında bile değil henüz. Klasik târif şöyle değil miydi: "Haberci, haberi yönlendirmeden Beş N kaidesine itaat ederek ve tarafsız bir eda ile sunar ve böylece okuyucuya yorum imkânı bırakır. Haberin içine yedirilmiş yorum veya daha kötüsü yorumun içine sızdırılmış haber makbul değildir."

Özellikle 28 Şubat'tan beri adı büyüğe çıkmış holding gazeteleri, gazeteciliğin temel kaidelerine karşı "topyekun savaş" ilan ettiler; kavramlar alabildiğine istismar edildi, çarpıtıldı ve değil mesleğin temel kaideleri, gerektiğinde kanunlar, hatta anayasa hükümleri bile ayaklar altına alındı. "Andıç" skandalı patlamadan önce bu gibilerin ne kadar yanlış bir gazetecilik üslûbu tutturduklarını görebiliyorduk; ama "Andıç"tan sonra peruk düştü ve altından "bâkir tabiat manzaraları" göründü. Bu derece keyfi gazetecilik üslûbu, devletin içindeymiş gibi görünen bir kısım odaklar tarafından alenen desteklenince "meslekî otokontrol" dumûra uğradı ve bu eyyâm içinde gazetelerinde "köşe taşı" mevkiinde âleme ahkâm kesen pek çok yazar, farkına bile varmadan "Ölü Köşe Yazarları Derneği"ne üye yazılıverdiler. Şimdi isimlerini zikretmeğe hâcet görmeden "Ölü Köşe Yazarları Derneği"nin mümtaz ve sembolik simâlarını kısaca tasvire çalışacağım.


Adam gazetesinin başyazarı; hariçten bakıldığında Lordlar Kamarası'na giderken yanlışlıkla Avam Kamarası'na girmiş bir asilzâdenin şaşkın ve ürkek davranışları içinde. Kavram kullanmayı bir tarafa bırakalım, sözlükten istifade etmekte bile başarısız. Politik tutumu, mensup bulunduğu holding patronunun gündelik siyasetine endeksli. İcab ettiğinde son derece kışkırtıcı hatta tetikçi üslûpta yazılar döktürebiliyor; havalar yatıştığında ise barışçı, demokrat ve arabulucu. İtibarı şimdi hazan yaprakları gibi kaldırım diplerinde sürünmekte; ama o farkında değil. Böyleleri için itibar kavramı, holding patronunun ona gösterdiği güvene bağlı bir keyfiyet çünkü.

Onu, "Ölü Köşe Yazarları Derneği"nin genel başkanı ilan etsek yeridir; en azından fizikî imajıyla böyle bir onuru hakediyor.


Adamın gazetecilikte uzmanlığı, meşhur politikacılardan birine yaslanıp onun hususi "nâşir-i efkârlığını" yapmak. Adamı, yani ekmek teknesi siyasette idbâre düşünce bu defa tek şahıs yerine, bir partiye hulûl ederek "parti muhabiri" olmaya soyunuverdi. O da Türk basınının gizli işsizlerinden. "Dernek"e iyi genel sekreter olur!


Adam eski kalecilerden; yılların futbol yazarı; ama yıllardır aynı cümleyi muhtelif varyasyonlarıyla tekrarlayıp durarak bu işten ekmek yiyor: "Ben zaten demiştim!" Futbolda "ben zaten demiştim" kehânetini tutturmak için allâme olmak gerekmiyor. Yazardan çok futbol filozofu ve oturaklı memleket büyüğü edâlarında. Hakkındaki kararımı, bir kaleciye verdiği dede nasihatını okuduğum gün vermiştim: "Kaleci kardeşim, topu tuttuktan sonra kale çizgisinden içeri girersen gol olur!"

Yaşına hürmeten derneğin haysiyet kurulunda yer alması uygun olur.


Adam küfürbaz, adam saldırgan, adam cahil; ama kuş beslemekte üstüne yok; yıllardır bir yerlerden uçup masasının ucuna konan kuşların gagasında taşıdığı bazı dosyaları yayınlayarak büyük şöhret oldu. Eski sosyalist, yeni devletçi. Üç-beş gazeteci arkadaşı ve patronu hariç herkesten nefret ediyor. Yazılarını üsluba çekerek değil, aklına geldiği gibi kaleme alıyor. Mevzu bulamayınca basıyor küfürü.

Misyonuna izafeten onu, derneğin güvenlik şefi yapmalı.


Adam "silk-i askerî"den matrud. Bugünlerde devlet menfaatlerini savunmak ona kaldığı için aklı başında çevrelerde devletin akıbetinden fena halde endişe ediliyor; Türkçesi zayıf ama dindarlara reaksiyon göstermekte bir tazı çevikliği gösterdiği için mâlum sürecin yükselen yıldızı oldu.

Derneğin genel kurul toplantılarından evvel içtima, yoklama ve tekmil gbi ritüelleri ifada işe yarar.


Adam eski gazeteci ve hâlâ gazeteci; vaktiyle muteber bir köşke sır kâtibi yazıldığında herkes ne kadar şaşırmıştı; çünkü bütün ömrü, sır kâtibi yazıldığı politikacıya sebb-ü şetm eylemekle geçmişti. O iş bitince eski alışkanlığına dönmekte fütur göstermedi ve sır kâtipliğini yaptığı siyâsinin boş bulunup da ağzında gevelediği sözleri kitap yaparak piyasaya sürdü.

Yazarlığına diyecek yok; ama meşrebindeki zaaflarından ötürü o da köşe yazarlığının meyyit-i müteharriklerinden. Derneğe alınmasında bence sakınca yok; ama yanında boş bulunup da ileri geri konuşmaya gelmez; hemen kitap yapıverir!


Adam "Amiral gemisi"nin en bir genel müdürü; o da eski sosyalistlerden; insânî tek tarafı, arada sırada gaflete düşüp (veya "knock down" vaziyetlerine girip) saf saf doğruları yazması. Aslında iyi gazeteci; ama onu patronunun iş takipçiliği yapmak mahvetti. Bu yüzden itibarı çok sarsılmış durumda. Türkiye'de "yeni hayat"ın ve tüketim kültürünün öncülüğünü yaptığı hafta sonu yazıları, basın sosyolojisi dalında tez yapacaklar için iyi malzeme teşkil eder.

Derginin ihale komisyonunda çok faydalı olacağı kanaatindeyim.


Ve daha niceleri; köşe yazarlığı biraz da onlar yüzünden "alaturca" bir imaj kazandı. Onların gerçeklerle ve doğrularla işi yok. En büyük kabiliyetleri siyasî havayı çok iyi koklamaları, daima siyasî ve sınâi güç santrallerine yakın pozisyon almakta maharet kesbetmiş olmaları ve gerektiğinde hakikati kırk yerinden bıçaklayabilmeleri! Her biri kendi gazetesinde ve kendi aurasında birer yıldız; fakat onlardan yarına fikrî sahada hiçbri şey kalmayacak ve yazdıklarını günün birinde, "Türkiye'nin kollektif bir illüzyona uğratılmasında emeği geçenler" konusunda araştırma yapanlardan başka kimsenin ilgisini çekmeyecek ve günün birinde gazetecilik okullarında hocalar, bu gibi şöhretlerin resimlerini slaytla perdeye düşürüp, "böyle gazeteci olacaksanız, gidip sebze halinde limon satın daha iyi" diyecekler.