Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

2 Temmuz olayları, onca seneden sonra bile dışarıdan bakılınca iğrenç görünüyor; bir şehrin ahalisi bağnaz bir kin hummasına kapılarak orada misafir sıfatıyla bulunan aydınları, şairleri, sanatçıları bir otele doldurup diri diri yakmış gibi bir manzara var.

Daha üstünkörü hüküm vermekten yana iseniz olup bitenleri, 'Sünniler Alevileri yaktı' diye özetlemeniz de mümkün. Veriler o kadar romanesk ki, bunlardan hareketle bir 'Aydınlanma destanı' yazmak çocuk oyuncağı: İlerici ve mutaassıp görüşlerin çatıştığı ve neticede taassubun ışığı körlettiği ikinci bir 'Vurun Kahpeye!' şablonu.

Biraz ilmi düşünce disiplini olan, biraz polisiye film seyreden, biraz olsun komplo teorilerine meraklı olanların hemen fark edeceği veya fark etmesi gereken bir detay gözlerden kaçıyor: Dışarıya akseden intiba, yukarda anlatmaya çalıştığım üzere gereğinden fazla insanı peşin hükme sürükleyen bir kurguya sahip. Yerli filmlerde sıkça olur; esas oğlan bir çığlık işitince odaya dalar, yerde sırtından bıçaklanmış bir adam görür. Bilinçsiz bir refleksle bıçağı tutup çıkarırken yaralı, anlaşılmaz bir şeyler geveleyerek son nefesini verir ve tam o esnada polisler içeriye girer. Suçlu bellidir!

Ben olayların mühimce bir kısmını, öğleden sonra saat 14'ten itibaren seyrettim ve ürktüm; onca yıldır yaşadığım şehrin gündelik veznine ve ahengine uymayan, çürük bir diş gibi hemen fark edilen sıra dışılıklar vardı. Neticede 2 Temmuz olaylarının kendiliğinden meydana gelmeyecek derecede kurgu eseri olduğuna hükmettim. Birileri bu senaryoyu yazdı ve uyguladı. Bu kurguyu kaleme alanların olağanüstü derecede becerikli ve muktedir olduğuna inandım ve defalarca dile getirmişimdir ki, o gün şehirde vilayet makamına 'diyelim ki Defterdar veya vali yardımcılarından birisi' vekalet ediyor olsaydı, bu senaryo kesinlikle başarısızlığa uğrayacaktı. Yıllar sonra kimseyi 'suçlu budur' diye ithama kalkışacak değilim elbette. Bu hadiselerin davası tamamlandı ve otuz küsur kişi, suçlu bulunarak idama mahkum edildi. Ne var ki bu kararın, bütün failleri ve tertipçileri kapsamadığı inancı son derece yaygındır; bir başka yaygın kanaat ise gerçek tertipçilerin ve faillerin -nasıl olduysa- meseleden tereyağından çekilen bir kıl gibi kenara çekiliverdikleridir.

Ben kalabalıktan korkarım; o günden sonra korkum neredeyse dehşete dönüştü. Velev ki iki yüz kişilik bir topluluğun gün boyunca şehir içinde toplu halde hareket etmesini, kazaen hedeften uzaklaştığında yeniden etkili olabilecekleri yerlere doğru sevk edildiklerini görür ve fark ederseniz siz de korkarsınız; benim fark ettiğim şey buydu ve fena halde ürkmüştüm: O fotoğraf şuydu; o güruha karışan insanlardan biri, kaldırım kenarında duran sökülmüş parke taşını otele doğru fırlatmak için 'cirit atıcılar' gibi koşarak geliyor ve tam fırlatma anında önündeki emniyet görevlisinin omzuna tutunup oradan destek alarak taşı atıyordu. Oysaki, daha önceleri -yazıyla bir- polisin jopunu çekerek maç esnasında tribünlerden birini tek başına boşalttığını aynı gözlerle görmüştüm.

Bu defa seyrediyorlardı; niçin seyrettiler, niçin akşam saatlerine kadar defalarca dağıtılıp icabında gözaltına alınabilecek bir topluluğu etkisiz hale getirmediler, niçin o kadar masum insan, kalabalığın galeyanına hedef gösterilircesine otelde kapalı tutuldu ve defalarca tahliye imkanı olmasına rağmen oradan çıkarılmadı? Olup bitenler anlık şeyler değildi ki; başlangıcıyla bitişi arasında tam yedi saat zaman aralığı vardı!

Madımak'ı müze yapmak değil mesele; asıl mesele bu kirli, bu gereğinden fazla karanlık dosyanın bütün saklı ayrıntılarını ortaya çıkarmak, gerçeklerle önyargısız hesaplaşmak ve gerçek sorumluları işaret etmek. O zaman, bu öngörülmüş cinnetin bir daha yaşanmamasını hatırlatmak için Madımak'ı müze yaparız.