Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

DVD baskısı çıkana kadar Mustafa Kutlu’nun öyle zahmetlere girip sinemalara taşınarak hikâyesini bizzat kaleme aldığı Uzun Hikâye’yi seyretmeyeceğini bildiğim için bir nevi amca-yeğen hukuku yerde kalmasın ince fikirliliği ile kalkıp tâ sinemaya gittim.

Uzun Hikâye elbette Mustafa Kutlu’nun eseridir fakat bana yeğen veya damat mesâbesinde bir yakınlıkta duruyor; e, yeri geldiği zaman babalara amcalar da vekâlet eder. Kendimi bedavadan amca, dayı yerine koyuyorum ama, eksik olmasınlar her kim filmin galasına davetli listesini tanzim etmiş ise şu fakire yakın akraba muamelesi göstermeye çekinmiş olmalı ki haberi basından duydum. Yeğeninin düğününe çağırılmayı ümid ederken unutulduğunu anlayan amcaların kahırlanma hakkına fazlaca yüz vermeyip, “Siz kapıdan davet etmezseniz, biz düğüne bacadan girmesini de biliriz” diyerek paraya kıyıp bilet aldım. Ne mutlu bir tesadüf ki, o seansta indirim yok muymuş? Kaderin istihzâsı diye buna derler yahu!

“Bu amca-yeğen hukukunu nereden peydah ettin sen?” diye soracaksınız; arzedeyim: Uzun Hikâye 2000 yılında yayınlandığında, yine bu sütunlarda, “Ne biçim Uzun Hikâye bu arkadaş” başlığıyla meseleye parmak bastığımı gayet iyi hatırlıyorum; araştırmacı bir gazeteci-yazar olarak belgesiz konuşuyor durumuna düşmemek için derhal şahsi arşivime göz attım; ne mümkün? Bre aman, ne oldu o dağ gibi makale-i müfîde? Yok! Neyse ki gazetenin internet arşivi var. Amanın dostlar, bizim gazetenin internet arşivinde yazıyı bulana kadar akla karayı seçtim; herhalde iktisat etmek için bütün noktalama işaretlerinin, satır başlarının ve büyük harflerin iptal edildiği şekliyle yazıyı zor tanıdım dersem abartı saymayın. E, kolay değil, bizim gazete, internetin en eski en kıdemli gazetesi; onca yılın arşiv malzemesine terabayt mı dayanır?

Şimdi gözümle görmüş gibi keyiflenmekteyim; “Bu adam filmi seyretmiş de, bakalım ne görmüş, ne güzellikler, ne kusurlar bulmuş?” merakıyla oltaya takılıp buraya kadar gelen bir kısım profesyonel okuyucu takımı (ki onlar kendini bilir!) sabırsızlıkla, “Bu adam filmden başka her şeyi anlatıyor; bizimle dalga mı geçiyor” diye sabırsızlanarak bir başka sütuna geçme hazırlığı içindedir. İstirham ederim, vallahi az sonra mâ nahn u fihimize geçeceğim efendim; lâfı bu kadar uzatmaklığım gevezelikten değil, sadece şu fakiri gala listesine yazmayı ihmâl eden, başta Salih kod adlı eleman olmak üzere bilcümle tanıtım ve organizasyondan sorumlu arkadaştan minik bir intikam almaya mâtuftur.

Esasen film hakkında Beşir Ayvazoğlu, çok güzel bir yazı kaleme aldı geçen perşembe günü; aynen katılıyorum. Benim ilâve edebileceğim pek az şey var: Bunlardan ilki, filmi seyrettikten sonra yönetmenlik arzusunun içimde yeniden alevlenmesidir. Eğer Osman Sınav filmden önce, bendeki ucu-bucağı belirsiz sanat yönetmenliği mütebahhiremden istifade etmeyi akledebilseydi siz bu filmi biraz zor seyrederdiniz! Şu sebeple: Her metin, okuyucusunun zihninde bazı resimler, tablolar, sahneler ve hatıralara tekabül eder ve iyi metin yazarları bu özelliği ustaca kullanırlar. Osman Sınav’ın zihnindeki Uzun Hikâye ile benimki arasında mühim fark yok ama ayrıntılarda kanatlanan tenkidçi tarafım, filmin asla çekilmemesi raddesine kadar vardırabilirdi meseleyi. Mesela metruk yük vagonunun nasıl sıcak bir yuva haline getirildiği sahneyi, ben yönetmen olsam takriben bir saat uzunlukta filan çeker, sonra “Bunca güzellikten sonra filmi uzatmayalım; bu kadarı yetişir” deyip ardına jeneriği bağlardım fakat Osman Sınav neyse ki benim romantizmime aldırış etmeyip çok iyi iş çıkarmış. Bugüne kadar Mustafa Kutlu’yu kıskanıp durdum; şimdi başıma bir de Osman Sınav çıktı; fesübhanallaah!

Uzun Hikâye, çok güzel hikâye, çok tatlı film; yüksek değerleri leblebi tozu gibi öğüten sinema dilimize unuttuğu güzellikleri hatırlatan sıcak bir ikaz. Biz meselâ Teksas, Tommiks, Çelik Bilek edebiyatından vatanperverlik dersi çıkarmış bir kuşağız; yüksek değerleri estetik çerçevelerle genç kuşaklara tâlim etmek inceliği çok önemli; benim en ziyade hoşuma giden yanı buydu filmin; bir de Safiye Ayla merhumun “Gönül Şarkıları”. Jenerik akarken bir baktım delikanlılar ayakta dikilmiş, mırıldanarak şarkıya refakat ediyorlar. Bunu başarmak ustalık ister. Ben bu Osman Sınav’ı kıskanıp kınamayım da n’edeyim a dostlar?