Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçenlerde Virginia Üniversitesi'nin İngilizce bölümü talebelerinden Güney Koreli Cho Seung-Hui, sevgilisinin kendini terk ettiğini ve başka çocuklarla çıkmaya başladığını öğrendiğinde gidip, "ben sana hayran, sen cama tırman" makamında âşık olduğu sevdalısı, 18 yaşındaki Emily Jane Hilscher'i ve o esnada araya girip, "dur kardeş, elini kana bulama, Amasya'nın bardağı; biri olmazsa öteki" şeklinde işi yatıştırmaya çalışan bir öğrenciyi daha öldürdü.

Türkler, hikâyenin buraya kadar cereyan eden kısmını anlamakta güçlük çekmeyeceklerdir. Aşk cinayetleri bizde de görülüyor maalesef! Ne var ki Seung-Hui, işi burada bırakmadı ve bir Türk'ün asla anlayamayacağı şeyler yapmaya başladı: Kendince 2-0 öne geçtikten sonra bir tenha yere gidip, bugünlerde internette yayınlanan fotoğraf ve video kayıtlarını yaptı; tabanca ve bıçağıyla pozlar verdi, anlamamıza asla imkan olmayan felsefi mesajlarla dolu konuşmalar yaptı. Sonra bu kayıtları zarflayarak bir gazeteye postaladı; daha sonra önüne çıkan sınıflara girip, dünyadan haberi olmayan öğrencilere "nasılsınız gençler" diye hitab ederek otuz kişiyi daha öldürdü ve son kurşunu kendine sakladı.

Seung-Hui'nin, kendisine yâr olmayan sâbık sevgilisini öldürdükten sonra hıncını alamayıp iki saat fâsıla verdikten sonra otuz kişiyi daha katletmesini bir türlü anlayamamış olsak da, psikiyatristler bir şekilde bunun izahını yapacaklardır. Bildiğiniz gibi ABD'de bazı insanlar, kafaları bozulunca birkaç maktul ile yetinmeyip, o esnada önlerine geleni vurmak suretiyle toplu cinayet işleme geleneğini sürdürüyorlar. Suç ve cinayet, dünyanın her yerinde rastlanan olumsuzluklar ama başka yerlerde bu gibi meseleyi abartma eğilimlerine rastlanmıyor. Buradan hareketle bazı Amerikalıların niçin böyle davrandığını izaha kalkışacak değilim; fakat Amerikan dış politikasının problem çözmek için buna benzer şiddet metodları kullanmayı alışkanlık haline getirmesi ilginç bir ipucu olabilir. Bilindiği gibi Amerikalılar, 1945'te Japonya'yı teslime zorlamak için içinde on binlerce masum sivilin yaşadığı Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atom bombası atıp, yüz bin civarında bigünâhı katlederek eşine ender rastlanır bir problem çözme tekniği uygulamasını başlatmakla şöhret bulmuşlardır! Bu bombalardan birini sallayan uçağın (Enola Gay) pilotunun daha sonra kafayı bozarak psikiyatristlerin ocağına düşmesi ise bazı çevrelerde, "etme kulum, bulursun" hikmetiyle izah edilmişti, hatırlarsınız.

Ben, yine de bu iki olay arasında mânidar bir bağ kurmaya niyetli değilim; beni bu hadisede ilgilendiren husus, karşı cinsten birine duyulan aşkı ifade etmekte seçilen yollar hususundaki kültürel doku uyuşmazlıklarına dikkat çekmekten ibarettir. Bu son cümleden bir şey anlamadığınızdan eminim; kısaca şunu ifade etmek istiyorum: Seung-Hui, Türkiye'de yaşayan bir delikanlı olsaydı (adı ne olsun; Osman olsun meselâ!), deli gibi âşık olduğu Jane'nin (pardon Aylin'in) artık kendine pas vermediğini, bilakis başka bir çocukla tehlikeli gönül alâkaları içinde bulunduğunu tesbit ettikten sonra ilk iş olarak bir süre yemeden içmeden kesilecek, Aylin'i her gördüğü yerde gidip tehdit edecek (ya benimsin ya toprağın) veya erkeklik onurunu çiğneme pahasına kıza yalvar yakar olacaktı. Aylin ise, "ama biz ayrı dünyaların insanlarıyız Osman, birlikteliğimiz düşünülemez, gençsin yakışıklısın, git kendine yeni bir arkadaş bul" şeklinde nasihatler verip para etmediğini görünce, "artık beni rahatsız etme, dayıma haber verirsem kötü olur, dayımın özel güvenlik şirketi var" şeklinde caydırıcı yollara başvuracaktı. Osman ise bu durumda:

a- Aylin'in gidişatı ve ahlâki durumu hakkında kötümser fikirler geliştirip bu hislerini ayıp bazı kelimelerle yüksek sesle dillendirdikten sonra ayrılığı kabullenecek,

b- Aylin'in yeni erkek arkadaşı Tangut'u, samimi birtakım arkadaşları vasıtasıyla tehdit ettirip dövdürecek,

c- "Bana Aylin'den sonra bir başka kadın haram olmuştur" fikriyle derhal, Mercedes görünümlü ve tüpgazlı bir Şahin otomobil tedarik edüben arka camlarını siyah filmle kaplattırdıktan sonra arka bagaja hayvânî boyutlarda müzik kolonları taktırıp arabesk müzik dinlemeye başlayacak, gecenin geç saatlerine kadar müşteri bekleyen içki satış dükkanlarından veresiye bira alarak kafa denkleriyle sabaha kadar şehrin sokaklarında "çısdam çısdam" zonklamaları neşrederek dolaşıp duracak,

d- Evlatlarının bu hâlini gören ebeveyninin, "oğlum Osman, sana helâl süt emmiş ter ü tâze bir kız bulduk; gel seni everelim de bu âvârelikten vazgeç" telkinlerine dayanamayıp Aylin'in bütün resimlerini yakıp, numarasını cep telefonundan sildikten sonra evlenerek çoluğa çocuğa karışacaktır.

Türkiye'de Osman ve Osman gibiler için bir "e" şıkkı yoktur; Osman ve onun gibiler, nâdir hallerde Aylin'e fizikî zarar vermeyi düşünür, daha nadir ihtimalle kızcağızı vurmaya kalkışırlar; ama onca Osman'dan hiçbiri kalkıp Aylin'i ve yedi sülâlesini veya sınıf arkadaşlarını veya apartman komşularını kurşuna dizmeyi aklından geçirmez.

İşte bu bir kültürel doku farkıdır. "Kültürel doku uyuşmazlığı" filan derken, tam tamına böyle bir durumu kasdetmekteyim bizzat.

Yine de Seung-Hui vakasının Batılı toplumlarda kadın-erkek ilişkilerinin krize girdiği anlarda anlamlı bir temsil yeterliğine sahip olduğunu ileri sürmek hakşinaslık olmayacaktır ve siz bu cümleden -az önce olduğu gibi- yine bir şey anlamamak durumuyla karşı karşıya kalmış olsanız gerektir; onun için kısaca şöyle izah edebiliriz: Batılı gençlerin kısm-ı âzâmı, kız veya erkek arkadaş değiştirirken Seung-Hui gibi ince eleyip sık dokumuyorlar; orada "Amasya'nın bardağı" anlayışı geçerli daha çok. Netekim filimlerden görüyoruz, televizyonlardan seyrediyoruz da... O-ooo!