Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Avrupa Günü dolayısıyla Cumhurbaşkanı'nın Çankaya Köşkü'nde AB üyesi ülkelerin büyükelçilerine verdiği yemekte AB'nin Ankara temsilcisi Karen Fogg'un, "Üyelik için gereken şartlardan biri de bazı konularda egemenliği AB ile paylaşmak; bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?" şeklindeki sorusuna Sayın Sezer şu ilginç cevabı vermiş: "Sanırım zamanı geldiğinde egemenliğin paylaşımı konusunda 90. maddeyi yeniden gözden geçirmemiz gerekecektir."

Beyanatın bir yerinde bir başka ilginç tespiti daha var Cumhurbaşkanı'nın: "AB adaylığı, insan hakları konusunda ileri adımlar atmamızda önemli rol oynuyor. AB adaylığı ile bir çizgi yakaladık. AB'nin belirlediği bu yoldan çıkmayacağız."

Gazeteciler ve özellikle gazete editörleri, bu gibi beyanatları haber metni haline getirirken kısaltma ve özetleme yapmaktan kaçınamazlar; ama herhalde Cumhurbaşkanı'nın özellikle son cümlesini anlamından uğratacak tarzda yuvarlayabileceklerini sanmıyorum. Bana sanki "AB'nin belirlediği bu yoldan çıkmayacağız" cümlesini Cumhurbaşkanı lâfzı ve rûhuyla söylememiştir gibi geliyor veya öyle inanmak istiyorum. Dolayısıyla bundan sonraki satırlar, bu cümlenin aynı kelimelerle ifade edildiği varsayımına dayanmaktadır. Ben Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne -girmesini bırakınız-, girme arzusu izhar etmesine bile karşıyım. Bu, şimdiye kadar tarihte örneklerine rastladığımız ikili veya çok taraflı ittifaklardan biri değil. AB, siyasi ve kültürel bir bütünlük; bu birliğe katılanlar egemenlik haklarının bir kısmından vazgeçiyorlar. Türkiye adına devletin egemenlik haklarının bir kısmından olsun vazgeçmek, Cumhurbaşkanı da olsa hiçbir siyasinin veya kamu görevlisinin asla telaffuz etmemesi gereken bir fikirdir. Devletler, egemenlik hakları konusunda son derece kıskanç ve ketum olagelmişlerdir; hele Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu uğurda defalarca pire için yorgan yakma raddelerine gelmişliği ile tanınır. Böyle bir birliğe girmek uğruna günü gelince Anayasanın 90. maddesini tadil etmek (ki Cumhurbaşkanı'nın beyanında aynen var), Meclis'in bile yetkisini aşar; zira egemenlik hakkını tesis eden hukuk prensibi, anayasa hukuku tekniğine göre ancak halkoyu ile işletilebilir. Egemenlik eğer milletin ise ve millet, egemenlik hakkını TBMM'ye anayasa ile devretmiş ise bu erkin tadili ancak milletin sahih rızası ile mümkündür. Hal böyle ise, kimin egemenlik hakkını, hangi anayasal kurum ile kime devretmek niyetindesiniz diye sormazlar mı birgün? Kaldı ki egemenlik haklarının bir kısmını devretmiş olmak için 90. maddeyi tâdil etmek yetişmez; "Başlangıç" da dahil, Anayasa'nın birinci kısmını teşkil eden "Genel Esaslar"ı havi 11 maddenin dahi elden geçirilmesi gerekir; elbette "Değiştirilemeyecek hükümler" garâbetini devam ettiren 4. madde de dahil!

"AB'nin belirlediği yol" ne demek? Avrupa Birliği, ne zamandan beri Türkiye adına evrensel doğruları tespit etmeye başladı ki, onların belirlediği yoldan çıkmayacağımıza dair diplomatik kasemler etmeye başladık? AB'nin kendi bünyesi için belirlediği pek çok hukukî ve siyasî standartın bizim için de bir lâzıme olduğunu düşünebiliriz ve bu standartları yakalamak için illâ ki AB'ye girmemiz gerekmiyor. Acaba biz, kendi kuvvelerimize ve irademize güvenemediğimiz için mi behemahal AB'ye girip, anayasaüstü sözleşmelerle irademizi ve beklentilerimizi garantiye almak ihtiyacı hissediyoruz? Eğer gerçekten böyle ise, bu beklentinin onur kırıcı bir tarafı yok mu?

Eğer bir gün devletin siyasi karakteri AB aracılığı ile değişecek veya ıslaha uğrayacaksa, neticesi ne kadar güllük-gülistanlık olursa olsun ben bu ıslahata rıza göstermeyeceğim. Günün birinde AB üyeliği için birilerinin aklına "yahu bir de millete danışalım" fikri gelirse oyumun rengi şimdiden belli; Kırmızı!

Egemenlik, sadece bir avuç "devletlû"nun inhisarında bulunan bir nişâne değildir; hor kullanılması, egemenik fikrinden nefret etmemizi gerektirmez. Bugün TBMM'nin uhdesine terkedilen egemenlik, her ferdin teker teker ve millet halinde, şu dâr-ı dünyada bağımsız ve onur sahibi bir şahsiyet olarak varlığımızı temsil ediyor.

Binaenaleyh, kimin malını, kimin adına, kimler, kimlere taahhüt etmektedir acaba?