Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçen hafta kaleme aldığım "Hayvan" başlıklı yazıya bazı Avcılar kızdı; bilhassa şu cümlelere öfkelendiler. O paragraf şöyleydi: "Niçin balıkçılığa yasak getirilmesi için kampanya açmıyorsunuz; niçin kara avcılığına ebedi yasak getirilmesini dilinize dolamıyorsunuz.

Hayatta bir kere olsun kendinizi, peşinizde tüfekli manyakların koşuşturup durduğu bir tavşan, bir geyik, bir sülün yerine koydunuz mu? Bir alabalık çiftliğine öldürülme sırasını bekleyen bir alabalığın neler hissettiğini düşündünüz mü? Dürüst olun; ya bu ayakları bırakınız, ya da bütün hayvan cinsinin tabii hakları için mertçe mücadele bayrağını açınız. Desteklemezsem nâmerdim!"

Açık konuşalım; karşı çıktıkları şey, bu alıntıdaki fikirler değil elbette, onlar, "tavşan, geyik ve sülün peşinde koşan eli tüfekli manyak" sözüne bozuldular. "Avcılara hakaretten" kanuni haklarını kullanacaklarını ileri sürdüler.

Doğrusu işin mahkeme kısmı hayli eğlenceli duruşmalara sahne olur, magazin gazetecilerine ekmek çıkardı fakat nihai tahlilde meseleyi anlamamış da olsalar avcılar haklı. "Manyak" sıfatı ağır! Moda tabirle, "maksadını aşan bir ifâde". Aslında yazarken, bu yazıdan hakaret mânâsı çıkarabilecek nice alıngan çıkabileceği fikri aklıma geldiyse de, "yok canım, daha neler; bu espriyi bu derece 'düz' anlayacak kimse olmaz" diye kendimi kandırdım.

Kelime oyununa gerek yok; "Bütün avcılar böyle değildir, sözüm bazılarına" diyerek kurnazlık yapmaya kalkışmak da ayıp olur.

Bilumum kara avcılarından özür dilerim; sözümü geri alıyorum.


Avcılar, yaptıkları işin bir merak, bir eğlence olmaktan da öte bir spor olduğunu ileri sürüyorlar, "Biz av yasaklarına harfiyyen uyan; ülkemizde tabiat varlıklarının beslenme dengesini koruyan ve göz önünde tutan, karlı ve soğuk uzun kış aylarında vahşi hayvanlar açlıktan ölmesin diye avlaklara yiyecek ve yem bırakan, devletin verdiği avlanma tezkeresi ile belirli zamanlarda, belirli bölgelerde ava çıkan meşru sporcularız" diyorlar.

Tamam, biliyorum; benim de kafama yatmayan bu işte.

İktisat tarihinin karanlık devirlerinde, insan cinsinin geçinmek için avcılık ve toplayıcılıktan başka geçim ve hayat imkânı bulamadığı zamanlarda değiliz. Bazı hayvan cinslerini evcilleştirdiğimizden beri avcılık insanoğlunun geçim için dağa bayıra çıkıp hayvan avlamasına gerek kalmadı. Avcılık, hayli zamandan beridir bir spor faaliyeti olarak kabul görüyor.

Ne var ki, uygun mevsimlerde ve uygun avlaklarda avlanması serbest ve yönetmelikler dairesinde meşrû bırakılan hayvanlar için değişen bir şey olmadı. Hayvanlar, bizim spor anlayışımızı bilmiyorlar ve öğrenecekleri de yok. Onlar gündelik rızıkları peşinde geceledikleri kovuklardan çıkıp, su boylarında ürkek adımlarla sağı solu kolaçan ederken, eli tüfekli, yürümeye dayanıklı ("kırk gün taban eti, bir gün av eti" derler ya!), açık havaya ve tabii güzelliklere âşık, lisanslı, tezkereli, belgeli bir kısım insanlar tarafından vurulup öldürülme riskiyle burun buruna yaşamaya devam ediyorlar.

Nasıl spordur bu, hâlâ anlayamamışımdır!


Bir hâtıramı nakledeyim yeri gelmişken:

Çocukken bir av yarışmasına katılmıştım. Yörenin en namdar avcıları, ellerinde gıcır gıcır Fransız, İspanyol, Kırıkkale çifteleriyle, sabahın köründe şafak sökerken bir dağ başında buluştular. Toplanma yeri kararlaştırıldıktan sonra avcılar, "spor" yapmak üzere kendi görüş ve sezgilerine uygun avlanma yerlerine doğru dağıldılar.

Bizim takımın eli tüfeklisi, aslında avcı filan değildi. O, işin zevk u safâ kısmındaydı; nitekim biraz yürüdükten sonra ağaçlıklı, manzaralı bir su kenarı bulup istirahata çekildik, sofra kuruldu, sohbet şamata başladı. Bir ara uzakça bir yere konserve tenekesi koyup, gıcır Kırıkkale çiftesinin "ben niçin buraya geldim ki" diye bunalıma girmesini önlemek için isabetsiz atışlar yaptılar. Ben her atışta kulaklarımı tıkayıp ağzımı açıyordum ki, kulağımın zarı patlamasın. Öyle tembih etmişlerdi.

Akşam oldu, toplanma yerine döndük. Usta avcılar, kemerlerine taktıkları bir yığın ölü keklikle şen ve mağrur çıkıp geldiler. Avcılar derneği başkanının riyasetinde sayım yapıldı. Birinci tesbit edildi. Yanlış hatırlamıyorsam hazır doldurulmuş fişek vesaire gibi şeylerle taltif edildi.

Avcılar için güzel bir gündü; iyi spor yapmışlardı. Keklikler de heyecanlı ve zorlu bir gün geçirmiş olmalılardı; elbette avcıların gururla kemerlerine taktıkları vurulmuş keklikler için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Onlar, izinli, tezkereli, ruhsatlı, sertifikalı, tüfekli, bıçaklı usta sporcular tarafından öldürülmüş olmanın gururuyla, "vuruldum ama gözüm açık gitmiyor; ecelim avcı elinden oldu; bizimkilere haber verin, müsterih ölüyorum" diye son demlerinde kendilerini teselli etmiş olmalıydılar.

Ne spordu ama?..


Mola!

Ömrü boyunca otomobillere hayran olmasına rağmen bir araba sahibi olmayı başaramayan bir gariban, günün birinde trafik kazasına uğrayıp, karşıdan karşıya geçerken dikkatsiz bir şoför tarafından ezilmişti. Etraftakiler telâşla talihsiz adamın başına koştular. Adam ölmek üzereydi ve çok kan kaybediyordu. Son bir gayretle en yakınındakine sordu,

-Beni ezen araba ne markaydı, gördünüz mü?

Birisi, "ben gördüm" dedi. "Bir Mersedesti"

Adam, "çok şükür; artık ölsem de gam yemem" dedi ve oracıkta son nefesini verdi.


Başa dönüyoruz. Bazı avcıların kızdığı yazı, aslında biz insanların hayvan cinsine karşı ne kadar ikiyüzlü ve tutarsız bir bakış açısı geliştirdiğini, sivri ve ironik misallerle anlatan, hafif eğlenceli bir Pazar yazısıydı. Ana fikri yerinde duruyor; incitici kısmı ise hükümsüzdür.