Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

70'li yılların başında Bedir Yayınevi, "Bütün işler niçin hep yanlış oluyor" gibi kışkırtıcı bir ikinci başlıkla önemli bir kitap yayınlamıştı; kitabın adı "Peter Prensibi" idi ve Dr. L. J. Peter ile R. Hull imzasını taşıyordu.

O günlerde Bedir Yayınevi'nin niçin böyle bir kitabı tercüme ettirip yayınladığına pek akıl erdirememiştim çünkü daha ziyade dinî-millî hassasiyeti ağır basan eserlere ağırlık verdiklerini hatırlıyorum.

1969 yılında kaleme alınan kitap, kısaca "bürokratik liyakat"in teorisini yapıyor. Sosyal ilimlerde "kanun" kesinliğine erişmek pek zordur (düşününüz ki, sağlamlığından yemin-billah emin olduğumuz fizik kanunları bile 20. yüzyıl içinde defalarca yeniden kurcalanarak "belirsizlik" noktasında karar kıldı; hatta Einstein'ın, kendisinden iki asır önce yaşayan Newton'un teorileştirdiği "mekanik evren" düzenini sarsan önemli yenilikleri telaffuz ederken bile kendini pek rahat hissetmediğini ileri sürerler!). Evet, sosyal ilimlerde kanun çapındaki kesinlikler görülmez pek; en sağlam durumlarda bile teoriyi sağından solundan mıncıklaması muhtemel istisnai hadiselere karşı bir ihtiyat payı bırakılmasına itina gösterilir. Peter Prensibi'ni bu mânâda "kanun" saymak elbette mümkün olmayabilir fakat eğer elinizdeki maymuncuk, ortalama hesapla on kapıdan sekizini zorlanmadan açabiliyorsa, onu takım çantanızda bulundurmak istersiniz.

Peter Prensibi işte öyle bir şey...

Diyor ki, "Bürokraside her fert, liyakatsizlik derecesine yükselmek için didinir."

Yani?

Yanisi şu: bu prensibe göre kişiler, bürokratik hiyerarşi içinde kapladıkları yerdeki işlerini çok iyi yaptıkları için bir üst pozisyona yükseltilebilir. Yeni atandıkları (yükseltildikleri) makam ise genelde becerileri zorlayacak yeni bir iştir, çünkü daha fazla sorumluluk, daha çok dikkat ve daha fazla risk ihtiva eder. Ne var ki bürokraside her bireyin bir yeterlilik sınırı vardır ve kişi eğer yaptığı işte başarılı olamıyorsa artık terfi etmeyecek demektir. Prensibin bir başka bakış açısı da, insanlar sürekli terfi ettirildiği için belli bir anda birçok makamın yetersiz kişiler tarafından doldurulacağı inancıdır.

Şimdi, "ne yani" diyeceksiniz, "insanlar terfi etmesinler mi; her terfi ille de isabetsiz midir?" Elbette değildir; prensip de o durumu kurcalamıyor zaten; insanın tabiatındaki yükselme arzusunun, onu altından kalkamayacağı ve başarısızlığa sürükleneceği yere kadar rahat bırakmadığını hatırlatıyor.

Hayli büyük ve yuvarlak lâf ettik; şimdi taşları yerine koyalım.

Herkes kendi durumunu düşünsün ve hayatta olmayı umduğu yerde olup olmadığını gözden geçirsin:

"Burada benim kabiliyetlerime yazık ediliyor; ben aslında şu anda bulunduğum yerin birkaç basamak üstünde olsam, vatana-millete daha faydalı olurdum" diyebiliyorsanız Mister Peter'in prensibi takır takır çalışıyor demektir.

Peter prensibine göre, hakikaten likayatinize uygun bir pozisyonda istihdam edilmemiş olmanız elbette mümkün bir ihtimâldir ama o kadarcık istisnânın, koca bir prensibi bozmasına izin verecek değiliz elbette!

İlk soru kolaydı; ikincisini cevaplandırmaya esaslı pehlivan isterim!

İkinci soru şöyle: İçimizde, "yahu ben üstesinden gelemeyeceğim kadar görev üstlendim; lüzumundan fazla sorumluluk aldım; ben yönetmeye başladıktan sonra işler daha kötüye gitmeye başladı ve bunun tek sorumlusu benim" diyen, diyebilen var mı?

Sesiniz iyi gelmiyor (bu arada nedendir bilmem, benim de boğazım kuruyuverdi birden!); efendim, anlayamadım?..

Peki, öyleyse daha zor bir soruya geçelim: İçimizde, "yeter arkadaş, ben terfi değil, bilakis tenzil istiyorum; alt pozisyonda çalışırken daha verimli ve mutluydum. Yükselmek bana yaramadı; verin bana eski işimi" diyen var mı?

(Bana bakmayın lütfen; burada soruları yazarınız soruyor.)

Efendim?..

Yok!

Peki şimdi nisbeten daha kolay, hatta şeker gibi bir soru geliyor...

Etrafınıza bakınız: Peter prensibini doğrulamak için didinen, ülser, gastrit, zona, hipertansiyon, saç dökülmesi, kabızlık, erken bunama, panik atak gibi sıkıntılara uğrayan, verimsiz olacağı liyakatsizlik mertebesine yükseldikten sonra başarısız olduğunu fark etmeden geçinip giden kaç kişi tanıyorsunuz?

Bir dakika, lütfen sırayla söyleyiniz; hep bir ağızdan konuşunca hiçbir şey anlaşılmıyor...

Haa, bu noktada yazarınız da, prensibi doğrular nitelikte pek çok örnek vermeye hazırdır fakat kendine yeni düşmanlar edinmekten vazgeçtiği için susmayı tercih ediyor (hayret, birdenbire boğazımdaki kuruluk gitti, zihnimde bir küşâyiş belirdi, kafam saat gibi çalışmaa başladı!)

Tamam, prensibi doğrulamak için neredeyse hayata küsenlerle uzaktan dalgamızı geçelim ama bulunduğu mertebede fevkalade verimle çalışan, etrafına neş'e ve mutluluk neşreden, mesaisiyle dostlarına, ailesine, hizmet verdiği kişilere pozitif enerji aşılayan kişileri fark etmeyi de unutmayalım; çünkü onlar işlerini iyi yaptıkları halde bir yandan da, "aah ah, beni vaktiyle ne doktorlar, ne mühendisler istediydi de..." diye sızlananlar cümlesine dahil değiller (farkındayım, bu örnek iyi gitmedi ama siz neyi kasdettiğimi anladınız!) Onlar, çalışmanın, yorulmanın ve bir şeyler üretmenin, insanda mutluluk hormonu salgısını artırdığını öğrenmiş iyi insanlardır (bu cümle ise zalim patronların, fabrika duvarına büyük boy harflerle yazdıracağı türden bir döviz sloganını andırdı!).

Şimdi soğukkanlı bir değerlendirme yapmam gerektiğini hissediyorum: Bu güzel fikri destekleyecek iyi misaller bulmakta başarısız olmam, acaba sizce de yazarlık kariyerimi nâhak yere zorlamakta olduğum neticesine varır mı dersiniz? Cevabınızı duymak istemiyorum; çünkü bu Peter prensibi, iğne ile çuvaldız meselini andırır cinsinden bir zalimlik galiba!..