Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

CHP, tek başına Türk siyasi hayatında muhalefet geleneğini temsil ediyor. Çok partili demokratik hayatımızda CHP’nin muhalefette olmadığı yılları toplasanız bir elin parmaklarını geçmiyor.

En az üç kuşaktan beridir bu ülkenin gençleri “Muhalefet” denince CHP’yi hatırlıyor ve kavramı zihninde böyle canlandırıyor; kısaca şöyle tarif edilebilir: Teftiş geçiren her kurumun çalışanlarında müfettişlere karşı beslenen duygular CHP için de geçerli. CHP bir işi yapan değil onu denetleyen ve yapılan işten hoşnutsuzluk duyan bir partidir. Yıllardan beri muhalefet mevkiinde kıdem kazanmış olması, parti içinde gitgide “Siyaset, muhalefet ederek yapılır” anlayışına dönüşmüş sanki.

Dikkatle bakılınca fark edilecektir ki “Böyle olmaz, bunu yaptırmayız, dikkat edin yanlış yapıyorsunuz, sonunuz felaket olacak, istemeyiz” gibi olumsuz cümlelerle kurulan siyaset, bir işi bizzat yapmayı değil, o işin sözle eleştirisini kurmayı ihtiva ettiği için çok kolaydır. Fazlaca emek, bilgi gerektirmiyor; risk taşımıyor ve öngörülerinden biri doğru çıkınca, “Bakın, biz haklıyız, zaten söylemiştik!” şeklinde iç tatminlerle kendini takviye ediyor; bu tutum, CHP’yi teknik ve projeye dayalı siyaset üretmekte verimsizleştiriyor.

CHP’NİN KARNESİ: HAL VE GİDİŞ FENA!

CHP iki sene sonra 90 yaşına basacak; bu süre zarfında girdiği hiçbir serbest seçimi tek başına kazanamadı. Başka herhangi bir ülkede başka herhangi bir parti tarafından esaslı bir otokritikle değerlendirilmesi gereken bu ilginç durum, CHP’liler tarafından son derece romantik ve ideolojik bir gerekçe ile görünmez hale getiriliyor. O gerekçe şu: CHP’liler, “Biz Milli Mücadeleyi başlatan ve yöneten, devleti kuran, rejimi belirleyen ve Atatürk’ün ilk genel başkanı olduğu bir partiyiz; iktidarda olmayabiliriz ama devletin ve rejimin teminatı ve bekçisiyiz; rejime yan bakanı pişman ederiz” diye düşünüyorlar. Bu düşüncenin içinde kısmî doğrular var fakat CHP’yi devletle ve rejimle özdeşleştiren bu yaklaşımın, bizzat CHP’ye yaramadığı âşikâr.

Şimdi bu mantığın temellerine yakından bakalım:

1- Milli Mücadeleyi CHP’nin başlattığı ve organize ettiği doğru değildir. Milli Mücadele’yi, Mustafa Kemal Paşa riyâsetindeki BMM teşkilatlandırdı ve yönetti.

2- CHP’yi M. Kemal Paşa’nın kurduğu doğrudur fakat CHP’ye, halen üstünden atamadığı otokrat karakteri kazandıran da M. Kemal Paşa’dır. Bu gerçekle doğru-dürüst yüzleşmemiş olmak, CHP’yi sahicilikten uzaklaştırıyor. CHP, 1923 Eylül’ünde kuruldu. Ertesi yıl CHP’den memnun olmayan parlamento üyelerinin oluşturduğu TCF, Şeyh Sait İsyanı’nı kışkırttığı gerekçesiyle kapatıldı. Rejim tek partili görüntüye büründü. Muhalefet ve serbest basına hayat hakkı tanınmadı; şahsi ve toplumsal temel hakları hiçe sayan uygulamalarla toplum üzerinde baskıcı bir yönetim benimsendi. CHP’liler, uzun tek partili yıllar boyunca partilerini devletle bir saydıkları için, kendileri dışında birilerinin devlet yönetebileceği gerçeğini unuttular.

3- Bütün iddialarına rağmen CHP, rejimin ve Atatürk’ün politik mirasının iyi bir koruyucusu sayılmaz. Rejim ilk olarak, İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Atatürk’ün izlerini silmeyi ve unutturmayı amaçlayan bir restorasyon dönemine girdi. 1946’da ise Dünya Savaşı’nı demokrasi bloğunun kazanması yüzünden İnönü, tek partili rejimi sona erdirdi. En önemlisi ise CHP, 27 Mayıs darbesinden sonra komitacı subayların 1924 Anayasası’nı değiştirmesine göz yumdu ve teşvik etti.

CHP’nin Atatürk’ün mirasına titizlikle sahip çıktığı tek konudan bahsedilebilir; o da, Hindistanlı Müslümanların Milli Mücadeleye destek için gönderdikleri yardım parasının yarısını kendi adına kullanarak İş Bankası’nın takriben ¼ hissesine ortak olan Atatürk’ün bankadaki hisseleridir.

CHP, Atatürk’ün anayasasını savunmak için kılını bile kıpırdatmadı fakat İş Bankası’ndaki hisselerine yeniden kavuşmak için 12 Eylül Darbesi’ni izleyen süreçte hukuk mücadelesine girdi ve kazandı. Halen bu banka yönetim kurulundaki 11 üyeden dördü CHP tarafından tayin ediliyor.

“Çağdaş” dünyada bu örneğin benzeri yok!

CHP, SOLCU DEĞİL,

BUZ GİBİ KAPİTALİST

CHP, “Solcu” bir parti değil (aksine Kapitalist bir parti; ispatı yukarda), hatta sosyal demokratlığı bile çok su götürür bir tartışma konusudur ama laikçilik noktasında kendine bir toplumsal taban edinmeyi başardı. Hayat tarzlarının tehdit edildiği endişesine kapılan çevreler, kendilerini CHP ile aynı safta hissediyorlar. İşte bu çevrelerin hassasiyeti ve sinir uçları üzerinden siyaset geliştiren CHP’nin yeni genel başkanı Süheyl Batum, orduyu kağıt kaplana benzeten sözleriyle dikkatleri yeniden CHP’nin üzerine çekmeyi başardı.

Dikkat edilirse CHP kimi gün endişeli modernleri, kimi gün Ergenekon tutuklamalarına sert tepki göstermeyen orduyu uyararak bir nevi sinir harbi yapmaya çalışıyor; öne çıkarılan problemlerin neredeyse tamamı ideolojiktir. CHP, ideolojik planda sivri lâflar edip, aykırı tezler öne sürerek bir gündemde kalma savaşı veriyor ve âdeta önümüzdeki seçimin ertesinde yeniden ana muhalefet görevini üstlenmek için çabalıyor.

CHP, projeli siyaset üretemiyor; yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin telaffuz edebildiği en net siyasi proje, her vatandaşa 600 lira yardım vaadidir ki, bu projeyi tasarlamak için parti içinde kaç kişinin kaç ay boyunca yorucu zihin egzersizlerine giriştiğini tahmin edemeyiz.

CHP, şöyle bir vücut dili mesajı veriyor:

“İktidara hazır değilim, ne hâlihazırdaki kadro, ne proje üretme gücü, ne yeni istihdam alanları ortaya koyma çabaları ve ne de ülkenin eğitim, sağlık, ulaştırma, haberleşme gibi altyapı meseleleri hakkında net bir fikrim bulunmuyor ama bana yine de oy vermelisiniz; çünkü ben laikçi kitlelerin hayat tarzı hakkını savunuyorum... bu arada ihtiyacı olan herkese devletten 600 lira maaş bağlayarak bölüşüm adaletsizliğini düzelteceğim.”

Bu mesajın, Türkiye’nin yeni seçmenini ne derece tatmin edebileceğini dört ay sonra göreceğiz ama şimdiden görünen şudur:

CHP’nin siyasi ufku, ana muhalefetle sınırlıdır; bir iktidar vizyonları bulunmuyor. Bugün itibariyle CHP’nin kendilerine teslim edildiği ekip ise şimdilik güçlü bir yandaş medya desteğiyle ayakta durabilmektedir. Seçim ertesinde görevlerinde kalıp kalamayacaklarını kendileri bile bilecek durumda değillerdir.

CHP, ana muhalefette olmaktan memnun; bu mevkiin konforuna alışkın ve razı. Ne var ki muhalefeti de “mış gibi” yapabiliyor ve hakkını kemâliyle veremiyor. İşte tam bu noktada hayıflanmadan edemiyorum: Keşke daha güçlü, daha basiretli, ufku daha açık ve gerçek mânâda iş üretebilen bir muhalefet geleneğimiz olsaydı.