Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Referandumun ilk sonucu, anayasa değişikliği çerçevesinden çıkarak bütün toplumu iki sert siyasi kamp etrafında öbekleşmeye itmiş olmasıdır. Evet ve hayır oyları, Türk toplum genetiğinin derinlerinde oluşan yeni bir polarizasyonu gün ışığına çıkardı; görünür hâle getirdi. Sağ ve sol kavramları artık anlamsız. Devletçilik, serbest piyasa, sosyalizm, liberalizm de aktüel mânâsını kaybetti Türkiye’de. İktidar mücadelesi artık yeni bir sahnede sergilenecek: Statükoculuk veya demokratik gelişmecilik...

Statükoculuğun bayrağını her zaman olduğu gibi CHP yükseltti ve yanına tarihî ittifaklar içinde olduğu bürokrasiyi, yüksek yargıyı, ordudaki gayrı memnunları çekmeyi başardı. Vaktiyle “İrtica kapıda; gericiler bacaklarınıza kezzap atacak” diye ürkütülmüş laik burjuvalar, şimdi “Vatan tehlikede; bunlar ülkeyi satıyorlar” propagandası ile CHP saflarında bir araya geliyorlar. Statükoculuk, savunucuları bakımından o kadar kaçınılmaz ve çaresiz bir sığınma yeri hâline geldi ki taraftarları 1982 Anayasası’nı savunur duruma gelmiş olmalarına bile aldırış etmiyorlar.

Statükocular ve CHP bir fikri değil, bir duruşu savunuyorlar; bu, kısaca hükümete ve AK Parti’ye karşı çıkmaktan ibarettir ve içinde tenkide değer bir fikir eseri görülmüyor. CHP, sadece referandumda değil, daha önceki genel seçimlerde de belirgin bir siyasi program ortaya koymak yerine varlığını, “kârı olduğu” şeylere göre tarif etmeyi tercih etti. CHP’nin ezeli seçim başarısızlığının temelinde, kendini statükonun yanına iliştirerek onun enerjisiyle ayakta durmak kurnazlığı yatıyor. Bu kurnazlık toplum tarafından hiç ödüllendirilmedi ama CHP’yi bir parti olarak var kıldı. CHP, iktidar açığını, muhalefette kalsa bile derin bürokratlar aracılığı ile iktidarı dışarıdan kontrol ederek telafi ediyor.


İşin garip tarafı, gerginlikten hükümetin her hâl ü kârda avantajlı çıkmasıdır.

Garip çünkü hükümet, CHP’nin bünyevi zaaflarıyla malul değil. Muhafazakâr sağ siyaset geleneğinin öteki partileri gibi hükümetteki AK Parti de kalkınmayı, sosyal adaleti, üretim artışını göz önünde tutan, Türkiye’nin politik yapısını demokratikleştiren bir çizgide risk siyaseti yapıyor ve başarılı da oluyor; o bakımdan politik sertlikten ve kamplaşmadan beklentisi olmaması gerekir.

Ne var ki şöyle bir şey oluyor ve bugün de olmakta olan zannımca budur: AK Parti, CHP’nin kamplaştırıcı, hırçın siyasetinden haz duyuyor; çünkü siyasi hayatta yeni bir parti olduğu için kendi kitlesini teşkilatına bağımlı hâle getirmek gibi pratik bir sonucu devşiriyor. Referandum öncesinde statüko taraftarları ve sözcüleri tarafından yükseltilen tansiyon ve kavga ortamı, AK Parti ile ilgili olmayan, geçici bir süre için evet oyuyla AK Parti paralelinde yürümeyi tercih eden insanları bir tercihte bulunmaya zorladı. AK Parti, dışarıdaki destekçiler açısından artık ciddiye alınır bir adres hâline gelmeye adaydır. AK Parti kurumlaşmasını tamamlıyor ve parti kimliği kazanmaya başlıyor.

Referandum sürecinin bu açıdan AK Parti’ye olumlu katkılar yaptığı hükmünü rahatlıkla verebiliriz.


Evetlerin galebesi, anayasa değişikliğini Meclis’te tek başına savunan ve kabul ettiren hükümetin başarı hanesine yazılacaktır ve böylece muhalefet, daha önce yaptığı hatayı tekrarlayarak -hiç arzu etmediği hâlde- hükümeti, sadece AK Parti taraftarlarından ibaret olmayan, aralarında genel seçimde AK Parti’yi desteklemeyi aklından bile geçirmediği hâlde referandum kampanyasında “Hayırcılar”ın sürdürdüğü hırçın ve yırtıcı muhalefet tarzından ürken, en az yüzde 20’lik bir oy potansiyelini âdeta zorla AK Parti cephesine doğru itmiş durumdadır. Hatırlayacak olursanız 2007 seçimleri öncesinde de -üç aşağı beş yukarı- bugünün hayırcı cephesini teşkil eden güçler, AK Parti aleyhine amansızca ve çok sert bir tarzda suçlamalar yönelterek toplumda AK Parti’nin mağdur edildiği yolunda bir kanaat inşa etmişler ve seçimlerde bu kanaatin altında ezilmekten kurtulamamışlardı.


Sonuçlar ne olursa olsun referandumun iki galibi var: AK Parti ve CHP... AK Parti’nin avantajından bahsettik; CHP, hayırcı cephe kaybetse bile Türkiye’de “muhalefet cephesi”nin amiral gemisi olmak özelliğini perçinlemiş olacaktır: CHP’nin daha sağındaki veya daha solundaki irili ufaklı hoşnutsuz, sağ iktidarlardan nefret eden, bir şekilde devletten nemalanan örgütlerin, CHP’nin kütle çekimine kapılması kaçınılmaz bir gelişme sayılmalıdır.

CHP bu cepheleşmeye, açık menfaatlerini korumak ve kollamak adına girdi ve duruşunu net şekilde gösterdi. Yüksek yargıdaki yapılaşmanın siyasi partiler içinde en çok CHP’yi ilgilendirdiği ve menfaatlendirdiği açıktır. CHP öteden beri kendi safında duran bürokrasi üzerindeki tesirini ve çıkarlarını korumak adına bir mücadele verdi ve bu mücadeleyi başarıyla yürüttü. Sonuç itibariyle sadece kendi işine yaraması beklenen bu cepheyi kalabalık tutmayı başardı; bütün gayrı memnunları çekim gücü dairesi içine aldı ve eğer Türkiye’nin en büyük problemi 8 yıldan beri iktidarda duran AK Parti hükümeti ise, bundan kurtulmayı bekleyenler için tek adresin CHP olduğunun altını çizdi.

CHP, kaybetse de kazançlıdır.


MHP, peşinen mağlup.

Referandum kampanyasını MHP, hükümetin güvenilmez, hain, bölücü ve gizli hesaplar peşinde koşan kötü niyetli bir parti olduğu tezleri üzerine kurdu. Bu tezlerle yanına çekebildiklerinin sayısı, bu tezleri ciddiye almayanlardan daha azdır. MHP için bu süreçte “kârlı çıkmak” söz konusu değil; çünkü toplumun ve milletin hukukunu korumak adına milliyetçi ve demokrat bir parti görüntüsü vermekte zorlandı. Anayasa değişikliklerinin demokratik haklar adına kişilere ve topluma neler kazandıracağı meselesini görmezden geldi. En önemlisi referandumda hayırcı kanada iltihak etmekle muhafazakâr ve demokrat tabanında en azından esaslı soru işaretlerinin uyanmasını istemeyerek de olsa kendi eliyle destekledi. MHP’nin önümüzdeki seçimlerde oylarını artırarak yeniden iktidar adayı bir büyüklüğe erişebilmesi için makul sebep kalmadı; bu parti, seçmenini AK Parti’ye karşı sertleştirmek ve karşı tavır almaya zorlamak suretiyle tutmaya çalışırken inandırıcı olamadı. Oysa ki referandumda taraftarlarını serbest bırakmak dirayetini göstermiş olsa bu yaklaşımı ile AK Parti tabanındaki milliyetçi-demokrat kitleyle yakınlaşabilecek, en azından AK Parti’nin sağda tek alternatif olmadığını hissettirebilecekti.

Bugün itibariyle sağcı, demokrat milliyetçi seçmen için, CHP ve derin bürokrat yandaşlarının yeniden iktidara gelme riski karşısında tutunabileceği en ciddi örgüt AK Parti’den ibaret kalmış görünüyor.


Toparlıyoruz;

1-AK Parti, referandum sürecinde gerçek ve kalıcı bir siyasi parti kimliği kazandı; siyasetin temel aktörleri arasına girdi ve muhafazakâr, gelişmeci sağın yeni adresidir.

2-CHP, projesizliğini, inatçılığı ve tahrip ediciliği ile telafi etmeyi başarıyor; tasfiye edilmesi gerekirken şaşırtıcı bir hayat direnci göstererek laikçi kitleyi avutuyor. İki partili sistemin ezeli muhalefeti koltuğunun tek adayıdır.

3-Türk siyasetinin geleceğinde MHP’ye münhal bir yer görünmüyor; MHP iktidar alternatifi olmak şansını “hayır” derken kaybetti. Barajın üstünde kalması, ne yazık ki Türkiye’nin bölünme tehlikesine uğraması gibi uğursuz bir sebebe bağlı.