Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Sadeleştirmeye şiddetle muhalifim ancak Fethullah Gülen"in vaktiyle giriştiği teşebbüsler, Risalelerin sadeleştirilmesinde -en azından didaktik mülahazalarla- bir nevi müşterek mutabakat bulunduğu intibaını güçlendiriyor.

Fethullah Gülen, yankıları hâlâ sürmekte olan röportajında Said Nursi"nin Risalelerini sadeleştirmek konusunda önemli şeyler söyledi; bu vesileyle Türkçe meselesi etrafında verimli tartışmaların açılabileceğini ümid etmek isterim. Sayın Gülen, vaktiyle Necip Fazıl"ın Kırklareli"nde kendisine şöyle söylediğini hatırlatıyor: "Bediüzzaman, Sultanahmet"in mimarı gibi büyük bir adamdır. Bu büyük insanın büyük düşünceleri var. Fakat köprünün altında, dubalarda yaşayan insanlar var. Bunlar Bediüzzaman"ı, bu büyük mimarın sözlerini anlamazlar. Bana müsaade edilse de o dubalarda yaşayan insanların diline göre onu sadeleştirsem." Akabinde sadeleştirme yolundaki samimi gayretler, "Bu kitaplar böyle isteyene uluorta verilmez. O kim oluyor sadeleştirecek?" mülahazasıyla akamete uğratılıyor. Sayın Gülen, şahsi gayretleriyle bazı sadeleştirme denemelerinde bulunmakla beraber, kendi ifadesiyle "iki defa zılgıt" yiyor ve mesele kapanıyor.

Abartılı bir tez münasebetiyle

Edebi ve tarihi kıymet taşıyan hiçbir metnin sadeleştirilmesine taraftar değilim; nerede sadeleştirilmiş bir metin görsem, sadeleştiren kişinin, anlamı nerede, kaç defa, neresinden bıçakladığı suali içimi kemirip durduğu için bu kabil gayretlere hoşgörüyle bakamaz oldum. Bu genel çerçeve ışığında Risaleler"in sadeleştirilmesine de karşı çıkmam gerekiyor lakin benim açımdan meselenin başka boyutları var.

Bundan dört sene önce Köprü dergisinde bir yazar, "Said Nursi Türkçesi" başlığıyla katılmama imkân olmayan fikirler ileri sürdü; buna göre (özetliyorum) Said Nursi Türkçe"yi yeniden ihyâya karar vermiş ve bunun için İstanbul ağzı yerine Osmanlı Türkçesi"ni esas almıştı. Keza Nursi, Arapça ve Farsça yanında Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Zazaca gibi mahalli dillere ilaveten Azeri ve Tatar şivelerine de aşina olduğu için neredeyse bütün Türk ve İslâm dünyasına hitab edebilen ve "hepsinin ortak hususiyetlerini taşıyan müstesnâ bir dil terennüm" etmişti. "Üstâd"a duyduğu sevgi ve saygının aşırılığına mağlub olan yazar, bununla da iktifa etmeyerek Said Nursi"nin kelimeleri seçerken "Sinan"ın mâbedine taş, Itrî"nin tamburuna tel, Karahisârî"nin hattına mürekkep alırken göz önünde bulundurduğu hassasiyeti" gösterdiği, hatta "böylece yalnız dinî meselelerde değil, dil ve üslûp sahasında da içtihat yaptığı kanaatini savunmuştu. Yazar, külliyatın Yahya Kemal, Mehmed Akif, Ahmed Haşim"in eserleriyle mukayese edildiğinde onlardan "çok daha sade, akıcı ve anlaşılır bir dille yazıldığı" iddiasında bulunmaktan da çekinmemiş ve nihayet Türkçe"nin, "Osmanlı Devleti"nin cihan hakimiyetinden sonra ilk defa Risale-i Nur Külliyatı sayesinde milli hudutları aşarak yeniden dünya dili olma şansını yakaladığı" gibi aşırı tezler seslendirmişti.

İlim vadisinde fart-ı muhabbete mesağ yoktur!

Üzerime vazife olmadığı halde, tekzibe uğramadığı için doğru zannedenler çıkabilir endişesiyle Köprü dergisine yazılı itirazlarımı göndermiştim; nezaket gösterip yayınladılar ve bu tavırlarından ötürü hâlâ müteşekkirim; ne var ki, ismini kasden belirtmediğim yazar, mukabilinde yeni ve bu defa tartışmaya lüzum görmediğim bir üslup kullandığı yazısında fikrini değiştirmediğini beyan edince susmayı tercih etmiştim. Kimseye bühtan etmiş olmak istemem ama, "o kim oluyor sadeleştirecek" zılgıtı ile, Türkçe"nin Said Nursi sayesinde dünya dili olma şansını yakaladığı yolundaki aşırı iddia arasında bir zihni akrabalık gördüğümü de itiraf etmeliyim. Bu noktada, "literal", yani söylenenleri lâfzıyla değerlendirmek yerine "empati" hassasını kullanarak değerlendirme yapmalıyız: Bana göre Said Nursi"nin bağlıları, üstadlarına büyük bir hayranlık ve muhabbet duydukları için ondan sâdır olabilecek her şeyi mükemmellik nümûnesi gibi görme eğilimi içine giriyorlar; bu, anlaşılabilir, hattâ anlamak gereken bir tutumdur ama o tip hükümlere katılmak noktasında kimseyi bağlamaz.

Bu terazi bu sıkleti çekmez!

Şahsi kanaatim itibariyle Said Nursi"nin Türkçesi hakkındaki kanaatlerimi (delillendirmeksizin) burada belirtmek isterim:

1- Said Nursi"nin Türkçesi, İslâmi ıstılahlara âşinâlığı ve Arapça"ya vukufu yüzünden "Osmanlı Türkçesi" görüntüsü veren, ancak klasik ve edebî Osmanlıca zevkini dikkate alma gereği duymayan bir lisandır; ben onun yazdıklarını, manevi yıkıntıya uğrayan gönülleri onarmak ve güçlendirmek, imânî nokta-i nazardan cemiyeti güçlendirmek maksadıyla bütün ömrünü hâlisâne mesâiye vakfetmiş bir insanın geride bıraktığı mânidar bir iz olarak görüyorum.

2- Said Nursi"nin Risalelerdeki Türkçe tasarrufuyla "estetik bir ihyâ" inşâ etmeye çalıştığı kanaatinde de değilim.

Keşke Necip Fazıl'a şans verilseydi...

Dolayısıyla bugünün meselesi, herşeyden önce Risalelerin diliyle klasik Osmanlı Türkçesi arasındaki âşikâr farkları görüp değerlendirebilecek kıratta dil zevkine sahip insanların sayıca giderek azalmakta oluşudur. Bu haliyle Risaleler"in genç okuyucularda "klasik Türkçe budur" intibaı verecek tarzda örnek ittihaz edilmesinden rahatsızlık duyuyorum. Vaktiyle keşke Necip Fazıl"ın teklifi ciddiye alınmış olabilseydi; kaldı ki Üstad Necip Fazıl"ın böyle ciddi ve lisânî bakımdan kendi içinde hayli riskler taşıyan bir projeyi hangi noktada yarım bırakacağı meselesi, tilmizlerinin daha iyi tahmin edebilecekleri bir spekülasyon olurdu. Herşeye rağmen Necip Fazıl"ın, o renkli ve revnâkli Türkçesiyle neler yapabileceğini görmüş, bilmiş olurduk.

Niyet varsa acelenin vaktidir

Başta da ifade ettik; sadeleştirmeye şiddetle muhalifim ancak Fethullah Gülen"in vaktiyle giriştiği teşebbüsler, Risalelerin sadeleştirilmesinde -en azından didaktik mülahazalarla- bir nevi müşterek mutabakat bulunduğu intibaını güçlendiriyor. Eğer böyle bir mutabakat hâlâ devam ediyor ise vakit kaybedilmemesi lüzumu açıktır, zira "eyvâh"larla ilân etmek durumundayız ki, klasik Türkçe"nin sırrına ve zevkine âgâh bulunan nâdidelerin sayısı hızla azalırken bu vadide ihtiyat kuvvetleri de imdâda yetişecek gibi görünmüyor. Bundan belki de elli sene sonra klasik Türkçe zevki ve tasarrufu, üniversite koridorlarının loş odalarına sığınmış birkaç arkaik diller uzmanının insâfına terkedilmiş olacaktır.