Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Madde bir- Tahminim doğru çıkıyor ve bu beni hiç mutlu etmedi: "Açılımı ancak DTP başarısızlığa uğratır; CHP ve diğer muhalefetin itirazı tayin edici olmaz" demiştim.

DTP, sahici bir siyasi parti olabilmek fırsatını, Öcalan'ın dümen suyunda kalmak uğruna görmezden geliyor. DTP'nin pekâlâ bildiği ama "dikine dikine" kamuoyunu kışkırtmaktan vazgeçmediği bir gerçek var: DTP, açılımın başarılı olmasını istiyorsa kesinlikle Öcalan ve PKK taraftarı, onların temsilcisi görüntüsünü terketmeli, diğerleri gibi Türkiye'nin partisi olmaya gayret etmeli. PKK ve Apo'nun sözcüsü durumundaki DTP'yi kimse ciddiye almaz ve açılıma bağlanan ümitler solup gider. İnşallah DTP içinde şu tarz siyasetin saçmalığını anlayacak birileri vardır. Açılımı destekleyenler, PKK'ya itibarı iade edilsin diye elini taşın altına koymuyor; bilinsin!

Madde iki- Açılım, zaten bıçak sırtında titreşen bir hamle. Siyasi geleceğini açılımın başarısına ve iflasına bağlayan çevrelerin varlığı siyasi iklimimizi sertleştiriyor. İşte Türkiye Günlüğü dergisi, "Açılım; cevap anahtarı mı, soru kâğıdı mı?" konulu dosyasıyla açılıma şüpheyle, en azından tereddüdle bakan çevrelerin görüşlerini, akademik üslup ve ciddiyetle bir araya getirerek önemli bir eksikliği tamamladı. Derginin 99. sayısında Nevzat Kösoğlu, Hasan Celâl Güzel, İhsan Fazlıoğlu, Ali Bulaç, İhsan Peter A. Andrews, Ahmet Taşgetiren, Mehmet Öz gibi fikirde kaliteyi temsil eden isimlerin birbirinden ufuk açıcı ve tartışmaya değer makaleleri yer alıyor. Neyi, niçin tartıştığımızı bilmek bakımından Türkiye Günlüğü'nün bu sayısı, kaçırılmaması, mutlaka okunması gereken bir beyin fırtınası çalışması notları niteliğinde.

Madde üç- Mesele çoktan tavsadı ama tekrarı ihtimâline karşı kaydetmekte fayda var: Başbakan'ın bir köşe yazarını imâ eden eleştirisi berbattı. Ani bir tehevvürün eseri olması temennî olunur; fakat "danışman" marifetiyle gündeme getirilmiş bir polemik icad etme arzusu ise kötü bir fikirdi! Başbakan'ın eleştirdiği yazar da bu duruma bakıp, herhalde "Bir ok attım kebab oldu" diye mutlu olmuştur; halbuki değmezdi.

Madde dört- Danıştay'ın, katsayı adaletsizliğini ortadan kaldıran düzenlemeyi iptal etmesiyle başlayan tartışma sürerken, Genelkurmay'ın da konuyla ilgilendiğine dair haberler tam bir "askeri vesayet" klasiğidir. Genelkurmayımız, eğitim tekniği ile ilgili meselelere sarf-ı mesai edeceğine, Mümtaz'er Türköne'nin dünkü yazısında işaret ettiği üzere "aslî fonksiyonu" yani milli güvenliğimiz üzerine yoğunlaşırsa daha iyi olacak. Kaldı ki ordu, eğitim tekniği ve altyapısıyla ilgilenmesi gereken kurumların sonunda gelir. Sebebi açık, 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu, "rûhu" itibariyle bütün eğitim kurumlarının Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olduğunu âmirdir; oysa ki Genelkurmay, askeri liseler, Harp Okulu ve Harp Akademileri dizisiyle Tevhid-i Tedrisat'ın rûhuna aykırı bir eğitim sürecinin yöneticisidir. 430 Sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu, henüz çıkarıldığı tarihte askeri liseleri Müdafaa-yı Milliye nezaretine bağlamakla kendini zaten topuğundan vurmakla mâluldür. Bana göre Sabih Bey'in ve onun sözünden çıkmayan baroların, askeri eğitim kurumlarını tezelden Milli Eğitim'e devretmek yolunda bilumum yüksek mahkemelere müracaatta bulunması sağduyunun ve hukukun gereğidir. Ya zaten fiilen delik-deşik hale gelen Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nu elden geçirip ıslah edeceksiniz ya da Harbiye'yi Milli Eğitim'e bağlayacaksınız, başka mantıklı çıkış yolu çok.

Sabih Bey'i dava dilekçesinin esaslarını kaleme almak için göreve davet ederim.