Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye'den bir haftalığına uzaklaşmak bile gündemden kopmaya yetiyor; gazetesiz, televizyonsuz ve internetsiz yaşayabilmenin mümkün olduğunu anlamak bile insana huzur denilen şeyin farklı bir boyutunu hatırlatıyor.

Her günü koşuşturmayla geçen bir haftayı tatil diye nitelemek doğru değil elbette, fakat Türkiye'nin sahte karın sancılarını, sun'i baş ağrılarını bölüşmeden geçirilmiş yedi günü pekâlâ "tatil" hanesine yazabiliriz.

Ne yazık ki bir haftalığına olsun gündem tatili yapabilmek veya "haber orucu" tutmak, ancak pek azımızın tadabildiği pahalı bir zevk; işin aslına bakılırsa hemen hepimiz, neredeyse gün aşırı yüreğimizi ağzımıza getiren haberlerin kışkırttığı yüksek tansiyon ikliminde yaşamaktan memnunuz; öyle ki, içinde "flaş, flaş, flaş" duyurularının geçmediği, "çok önemli bir gelişme için olağan yayın akışını keserek falan muhabirimize bağlanıyoruz" yollu anonsların yapılmadığı haber bültenlerini gevşek, sıkıcı ve tatsız buluyoruz. Kamuoyunu sıcak habere alıştırmanın zararını ve kârını haberciler bölüşüyor ve ne kadar abartılırsa abartılsın, bir keçiden birden fazla tulum çıkarılmayacağı için onlar da neticede saçmalamak zorunda kalıyorlar; işte taze bir örnek: Gazetenin biri şöyle başlık atmış: "Genelkurmay YÖK Başkanı'nı reddetti!" Haberin daha küçük harflerle yazılan metninde öğreniyorsunuz ki geri çevrilen talep, MYO mezunlarının kısa dönem askerlik hakkından yararlanması ile ilgilidir!

Zannetmeyiniz ki, bu gibi haberlere konu teşkil edenler durumdan şikâyetçidir; hayır, onlar, yani devletin belli başlı kurumları hükümet, siyasi partiler, ordu, yargı, üniversiteler bilakis haber konusu olmaktan hiç de üzgün olmadıkları gibi en azından bu konuda ketum davranmayı akıllarından geçirmiyorlar. Böylece Türkiye, satıcıları ve alıcıları ile bir sıcak haber cenneti haline geliyor. Eğer o gün şöyle okkalı bir manşetlik haber çıkmamışsa, akşam sofrasına oturup çorbasını kaşıklarken yan gözle haber dikizleyen seyircileri mutlu edecek "şok haber" üretmekte zorluğa düşmüyor habercilerimiz; bu defa işi şahsileştirip dedikodu seviyesine indirerek hangi şarkıcının hangi memleket meselesi üzerine nasıl ahkâm kestiğine dair şişirmelerle seyirci doyuruluyor. Bu yüzdendir ki, jüri üyeliği yaptığı yarışma programının reklâmını yapmak için bir şarkıcının, kara harekâtı üzerine ileri geri konuşması bile, "saçmalama teyze, otur kendi yoğurdunu ye!" tepkisi ile karşılanmıyor; kolayca tahmin edebileceğiniz gibi saygıdeğer Türk seyirci kitlesi, hemen ânında bu habere kilitlenerek "haklı mı-haksız mı?" tartışmasına kontör göndererek bir güzel siyasal katılma eyleminde bulunmaktadır.

Ha, demek ki alışmışız; alıştırılmışız belki ama kabahati habercilerde bulmayalım: Türk seyircisi (haber kitlesi) henüz, yanlış yapanları sükûtuyla, ilgisizliği ile cezalandırabilecek erdeme erişmemiş. Öyleyse adını koyalım, hâlimiz Roma arenalarını dolduran seyircilerden pek farklı değil; onlar arenada kimin kazandığına değil, ne kadar çok kan aktığına, heyecana, aksiyona dikkat kesiliyorlar ve kendi aralarında sportif partiler halinde kümeleşiyorlardı. Bazen bu yüzden Türkiye'de siyasi eğilimlerin sahicilik (daha doğrusu sahtecilik) itibariyle Bizans'ın ünlü "Maviler-Yeşiller" hizipleşmesinden pek de farklı olmadığını düşündüğüm oluyor.

Şok haberlerle kımıldanıyor, şok haberlerle yatışıyoruz; bu derece yüksek dozda haberdar olmanın bedeli ise aslında haberdar filan olmamak, yani ehemmi mühimmden ayırt edememektir.

O yüzden, "vatan bölünmez, bilmem ne olmaz ama göz göre göre de bu çocukları bütün analar doğursun, toprağa versinler; bu mu yani?" diyerek gündemi onikiden vuran ve reyting olayını çözen şarkıcı teyzeyi kutluyorum; helâl olsun o kontörlere...