Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye'de sağ, kendi programıyla değil, başka programlara muhalefetiyle varlığını hissettiren bir duruşla var olageldi. Bu cümledeki anlamın doğruluğunu onaylamak, cümledeki unsurların teker teker doğru ve sabit olduğu mânâsına gelmez: "Sağ" kavramını ele alalım; 1925'te kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın, ilk seçimde iktidar şansı bulması halinde "sağ" niteliğini koruyacağını düşünmek çok su götürür bir tartışma mevzuudur.

Kezâ Demokrat Parti'nin "sağcı"lığı da, üzerinde pek düşünülmemiş bir müteârifedir; 1946-50 arasında iktidara gelmek isteyen ciddi bir partinin DP politikalarından başka seçeneği yoktu. DP'yi biçimlendiren DP'nin kurucuları değil iç ve dış konjonktürdü; DP'nin kadroları Tek Parti devrinin siyasetçi ve bürokratları arasından çıktı; içlerinde farklı dünya görüşünden hareketle farklı bir siyasi yapılanma tesis edebilecek nitelikte pek az adam vardı ve onlar parti içinde hiçbir zaman etkili olamadılar. Demokrat Parti, varlık sebebini CHP'ye borçludur.

Siyasetçi-bürokrat takımı itibariyle Türkiye'nin kadroları ne kadar bir elmanın iki yarısı kadar birbirine benzese de, toplumda Tek Parti devrinin siyasetlerine iştirak etmeyen sessiz çoğunluğun talepleri, bugüne kadar sahihlik kıymetini haiz bir temsil imkânına erişemedi. Aynı temsil sadakatsizliği, kendisini "sağ" saymayan siyasi teşekküller için de geçerlidir. Demokratik hayatın olmazsa olmazı hükmündeki siyasi kamplaşmalar kabataslak bakışla sağ ve sol gibi farklılaşmış görünüyorsa da bu hâl, aslına sâdık değildir. Batılıların siyaset bilimi edebiyatına nazaran bizde solcuların genellikle ortanın sağında siyasetler savunması, sağcıların ise bal gibi sol programlar geliştirip durması mânidardır. Bu karışıklık, günümüzün siyasetine üslûpsuzluk halinde aksediyor. Parti programında yazılı klişe cümlelerin biraz derûnuna inilip üstteki ambalaj tabakası biraz kazındığında görünen manzara, her neviiden siyaset biçimini ani bir irtifa kaybına uğratan bir sahicilik problemidir; üslûpsuzlukla mülemmâ bir sahicilik problemi.

27 Mayıs darbesinden sonra sağ siyasetçiyi târif eden en derin izlerden biri "mağduriyet" hâletine saplanıp kalmak oldu; bu hâletin hâlâ devam ettiğini görmek, 27 Mayıs'ın toplum, devlet ve siyaset ilişkilerinde ne kadar büyük tahribata yol açtığını gösterir; daha düne kadar kapıcıyken kendini apartman yöneticisi buluveren birinin tedirginliğini yük gibi sırtında taşır; tabii davranamaz, kendisi gibi olmasına, harici güçlerin asla müsaade etmeyeceğini zanneder; müsterihtir çünkü milletin temsilcisi olarak lâyık olduğu yerde olduğunu kabul eder ama tedirgindir, çünkü onda iktidarı kullanmak geleneği teşekkül etmemiştir. Bu yüzdendir ki "siyâsî" davranması gerektiği hallerde ikiyüzlü imiş gibi görünür; samimiyeti seçtiğinde ise kabalaşma riskiyle yüz yüze gelir. Onun içindir ki sağ siyasetçinin içinde en çok rahat edeceği kimlik, teknisyen sûreti olmuştur genellikle; teknisyenin evrensel bir dil konuştuğu ve yapılması lâzım geleni yaptığı için eleştiriden mâsun kalacağı zannına sığınmıştır. Yine bu yüzden onun kendini en ziyade parçalanmış hissettiği kariyer alanı hukuktur. "Evrensel" hukukun normlarıyla paralel yürümek, sağ siyasetçi için yeni bir kulvarmış gibi görünüyor ama hukuku hukukçuların değil muktedirlerin, yani güç kullanarak siyaset yapanların yönlendirdiğini fark edince yeniden ilk kabuğuna dönmek onu hayal kırıklığına uğratıyor.

Sonradan edinilmiş zenginlik gibi siyasi güç de kuşaktan kuşağa intikal eden bir görgü gerektiriyor. Şu mâhut başörtüsü meselesi hakkında düşünürken modern dönemde Osmanlı hanedanına mensup saray kadınlarının saç-gerdan üryân resimlerini görünce fark ettiğim bir nükte bu. Aradaki mânâ boşluklarını ârif olanlar doldursun!