Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Artık, kimsenin şüphesi, tereddüdü kalmadı. Ümraniye’de bir evin çatı katında bulunan el bombalarıyla başlayan süreç, çorap söküğü tarzında gelişmelere yol açalı beri Türkiye, 2002 senesinden bu yana çok ciddi darbe tehlikeleri atlatmış bulunuyor. Tehlikenin atlatılmasında iki mühim faktörü göz ardı edemeyiz: İlki, Türkiye’de darbe yapılmasına yeşil ışık yakmayan dış faktörlerdir; sözünü ettiğimiz “dış faktör”lerin kimler olduğunu başta darbeciler olmak üzere okur-yazar herkes kolaylıkla bilir. İkinci faktör ise Türk basınında son yıllarda fark edilen yeni bir denge halidir.

YANDAŞ MEDYA, YANDAŞ GAZETECİ!

Evet, yakın geçmişi hatırlayanlar, çok değil beş-on sene öncesine kadar Türk basınında ezici bir dengesizlik problemi yaşandığını kabul ederler. “Boyalı basın”, “Bir kısım medya”, “Doğan medyası” vs. gibi isimlerle anılan yayın organları, Türkiye’de gazeteleri, dergileri, televizyon ve radyoları, yazar ve sanatçıları ile -isteyerek veya istemeyerek- bir “kanaat diktası” kurmuş durumdaydılar. Tek manşetle para piyasalarını etkileyebilen, bigünah insanların hayatını zindana çevirebilen, hükümet yıkan veya yenisini kuran çapta etkiye sahip bu kanaat diktasının gücü artık epey dengelenmiş bulunuyor. Çünkü karşı görüşlerin rahatlıkla ifade edilebildiği, geniş okuyucu ve seyirci kitlesine ulaşabildiği başkaca basın-yayın organları da artık devreye girdi; artık tek manşetle veya basın kampanyası yoluyla istenilen siyasi veya ekonomik sonuca ulaşamamanın verdiği hırçınlıkla bu grupta çalışan sivri dilli bazı yazarlar, kendilerini dengeleyen basın kuruluşları ve mensuplarını o alaycı ve itici benzetme ile etkisiz bırakmaya çalışıyorlar: “Yandaş medya, yandaş gazeteci!” Hırçınlaşmakta haklılar; çünkü Türk basınında, denge durumu hâsıl olalı beri kanaat diktatörlüğü kısmen sona erdi. Artık basın kralları sayıca artmaya başladı; basın organlarının sayısı arttıkça yayınlar da renklenmeye, toplumda yer bulan her görüş temsil edilmeye başladı.

Çok seslilik de zaten böyle bir şey.

BİR EKSİKLİK VAR AMA...

Darbelere karşı ta başından beri net bir tutum takınarak safını belli eden basın organlarının ısrarlı yayını olmasaydı, belki bu soruşturma daha başlangıç safhasında küllenerek üstü kapatılacak, sorumlular göstermelik bir şekilde gözden gizlenerek aynı Susurluk benzeri bir süreçte hasıraltı edilecekti. Türk basınının demokrat ve liberal kanadı tam da bu noktada tarihî bir sorumluluk üstlendi ve tarihî bir görevi yerine getirdi; bir eksikle!

O eksik, darbelere ve darbecilik geleneğine mizah yoluyla muhalefet etmektir.

SAĞCILAR ESPRİDEN ANLAMIYOR MU?

Mizah, son derece güçlü ve etkili bir politika aracı. Mizahın bu boyutu bizde yeterince bilinmiyor ve sadece basının bir kısmı tarafından ustalıkla bir siyaset aracı olarak kullanılabiliyor. Kısaca sol cenah dediğimiz basın organlarında sözlü, yazılı ve görüntülü mizahın etkili bir tarzda kullanıldığına şahit oluyoruz. Sağ-muhafazakâr çizgiyi savunan yayın organlarında mizah boyutu hemen hiç yok. Sağ-muhafazakâr siyaset, politik mücadeleyi lüzumundan fazla ciddiye alarak sadece “ciddi” olduğunu sandığı bir üsluba hapsediyor. Bizim politik hayatımızda nükteli konuşabilen, anında espri yapabilen, politik rakibini mizahın sivri ama parçalamayan dişleriyle hırpalamayı becerebilen politikacı yok gibidir; nadir örnekleri de ya artık yaşamıyor veya çoktandır siyasetin merkezinden uzak düşmüş durumdalar. Her partinin ağzı iyi lâf yapan sözcüleri var, her partinin bileği kuvvetli, yumruğu güçlü, gözünü budaktan sakınmaz temsilcileri de var fakat hiçbir partinin zekice espri üretebilen ve rakibini nüktenin görünmeyen kılıcıyla doğrayabilen nüktedanları yok. Partileri suçlayamayız; böyleleri zaten az çıkıyor içimizden; çıkabilenleri de “Zevzek, hafif ruhlu, espri budalası” diye kolayca sindiriyoruz.

İşin doğrusu şu galiba: Toplumun sağ partilere oy veren kabaca yüzde 70’lik kısmının “humour” duygusu zayıf. Espriyi hafiflik sayarız, nükteli, cinaslı, imâlı, ironik söz kombinezonlarından hazzetmeyiz. Evet, bizim böyle bir yapımız var ve doğrusu bu nitelik hiç de sahiplenilecek, övünç duyulacak bir nitelik değildir. Mizah duygusu, duygusal zekânın en bilinen bölümüdür ve bizdeki mizah duygusu eksikliğinin doğrudan yerli kültürümüzle ve yetişme tarzımızla yakın ilgisi var.

YUMRUK ATMA, ESPRİ YAP; ESPRİ DAHA ETKİLİDİR!

Mizahın politik araç olması iyidir; hatta gereklidir. Türk siyaseti ise gerginlik, kavga ve çatışma kültürü üzerinden yürütülüyor. Politikayı konu edinen köşe yazıları ve polemik haberleri son derece asık yüzlü, neredeyse kıyamete yarım dakika kala yazıldığı izlenimi veren, karamsar ve kötümser ifadelerden geçilmiyor. Dışarıdan bakanlar bu derece ciddiyet görüntüsü vermeye itina göstermemize rağmen, nihai kertede hiç de ciddi kalamadığımızı görünce hafifçe tebessüm ediyor olsalar gerektir. Eleştiri yok değil, kıyamet gibi fakat asık suratlı ve gergin bir ifadeyle yerine getiriliyor; bu sertlik ve ciddiyet düşkünlüğünün varacağı yer, eleştirilen kişilerin çok kolaylıkla en hafif ifade ile gaflet, daha ağırı ise vatana ihanetle suçlanabilmesi oluyor. Ortalık gaflet, delalet ve ihanet suçlamalarından geçilmiyor. Peki, bu kadar kötü olabilmemize ihtimâl verilebilir mi?

İşte, bu şartlar çerçevesinde darbecilerin kamuoyunda ve bazı basın organlarında hâlâ destek bulabilmesi konusuna dikkat çekmek gerekir; darbeciler, sert, ciddi, asık suratlı üslûpla yapılan ciddi bir muhalefetle yüz yüze gelebildiler ve bu noktayı demokrasi kültürümüz bakımından bir yükselti noktası kabul ediyoruz fakat eksiği vardır. Eksik olan, darbecilerin (veya suiistimalcilerin, suçluların, her mânâda kötülüğün, ahlâki kokuşmanın) mizah yoluyla perişan edilebilmesidir.

Türkiye’de sayısı ona yaklaşan haftalık mizah dergilerinin muhtevasına dikkat çekmek isterim; neredeyse tamamı hükümet aleyhtarıdır ve bir şekilde hükümetle ilişkilendirilen her meselede mizahın acıtmadan kesen ve doğrayan silahını ustaca kullanabiliyorlar. Yıllarca sağ politikacı, din adamı, toplumsal önder, hatta hacılar bile, bu mizah dergilerinde karikatürize edilerek menfi tiplere ve kalıplara sokuldular. Muhafazakâr hükümetlere karşı, mecliste hiçbir muhalif partinin yapamadığı tesiri, konuya mizah ve dolayısıyla sanat açısından yaklaşan yayın organları yaptılar; sağ dünya görüşünü ve ahlâki değerlerini komedi unsuru haline getirerek kendilerince politik bir mücadele yürüttüler; mâhut dava başlayalı beri espri ve çizgileriyle tutukluların aslında masum olduklarını savundular. Böyle yaptıkları için onları suçlamıyor ve eleştirmiyorum; işaret etmek istediğim konu, mizahın artık sağ muhafazakâr dünya görüşüne sahip insanlar, kuruluşlar, basın organları tarafından “önemliler” listesinin başına konulması, teşvik edilmesi, hırpalanmamasıdır. Bu istikamette yeni bir dikkat geliştirmeye ihtiyaç var.

AHLÂKSIZLIĞI GÜLEREK CEZALANDIRMAK

Tezimi kısa bir paragrafla özetliyorum: Eğer, sol cenahın mizah birikimi ve sanatçı kadrosu, 1950’lerden beri darbe aleyhine tutum alabilselerdi, büyük ihtimalle darbe türü arızalara uğramaksızın yolumuza devam edebilecektik. Eski Yunanlılar da öyle yapıyor ve tiyatrolarının duvarına şöyle yazıyorlardı:

“Biz burada ahlâksızlıkları gülerek cezalandırıyoruz!”

En etkili caydırma ve cezalandırma biçimi budur ve bu nükte sağın niçin yıllar boyunca seçim kazanıp durduğu halde gerçek manada iktidar ve muktedir olamadığını da anlatır.