Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Biraz da Kürt Burjuvazisi Konuşsun" başlıklı yazıya, "Bizden âlâ Kürt burjuvası mı olur?" fehvâsıyla durumdan vazife çıkaran birkaç tepki mektubu aldım; ortak vasıfları, yazının yazarını güvenilmez bulmaları ve tepkilerini zaman zaman hakarete kadar uzanan bir üslupla dile getirmeleriydi.

Güneydoğu'dan günaşırı cenaze haberlerinin geldiği bir vasatta her nevi kışkırtıcılıktan kaçınmak lazım. Birilerinin hayalhânesinden neler geçtiğini tahmin etmek zor değil ama altı defalarla kırmızıyla çizilmesi gereken reelpolitik hakikat şudur: Türkiye'de Kürtlerle Türkler bir arada, iç içe ve ülkenin her yerinde aynı mekânları paylaşarak yaşamaya mahkûm topluluklardır. Etle tırnak ayrılırsa parmağın hükmü kalmaz. Bugünün manzarasına bakarak tehevvüre kapılmak dargörüşlülüktür. Konuyu açmaza sürüklenmiş gibi gösteren hadise, bugüne kadar terörist örgütün Kürtler nâmına tabii sözcü ve politika belirleyicisi gibi davranması oldu ama biraz tarih ve siyaset bilenler, terör örgütünün artık siyaset üretemeyecek tıkanma noktasına geldiğini fark ediyorlar. İşte bu mânâda beklenen samimi diyalog yaklaşımı, olması gerektiği gibi İstanbul'dan geldi (Sair bütün meseleler gibi Kürt meselesinin de doğru algılanma ve çözüm yeri İstanbul'dur; bu noktada Mümtaz'er Türköne'nin 16 Mart tarihli "İstanbul'un Milliyetçiliği" başlıklı yazısına yeniden dikkat çekmek isterim. Diyarbakır mahreçli çözüm arayışlarının birkaç küçük kışkırtma ile nasıl zehirlenebildiğini artık yakinen biliyoruz). Dünkü Sabah Gazetesi'nde Mahmut Övür'ün yazdığına göre İstanbul'daki Kürt Kültür ve Araştırma Vakfı önemli bir çalışma başlattı. Önümüzdeki aylarda "Kürtler ne istiyor?" başlıklı geniş katılımın olacağı bir konferans düzenlenecek. Kürt Kültür ve Araştırma Vakfı Başkanı Mehmet Baykara neden böyle bir çalışma yaptıklarını şöyle anlatıyor: "Bugün Türkiye'de Türk veya Kürt bütün toplum gerilim ve çatışma içinde yaşamak istemiyor. Bu nedenle de Kürt sorununun çözülmesi gerekiyor. Bu önemli bir ihtiyaç. Ancak ortada çözüm adına somut bir öneri yok. Bırakın Türkleri, Kürtlerin büyük çoğunluğu bile ne istediğini bilmiyor. Herkes bu konuda bir netlik bekliyor. Biz de buradan yola çıkarak yönetim kurulu kararı aldık. Önümüzdeki aylarda önemli bir konferans düzenleyeceğiz."

Bu tesbitleri şahsen fevkalade önemli buluyorum, özellikle, "Bırakın Türkleri, Kürtlerin büyük çoğunluğu bile ne istediğini bilmiyor" cümlesi, Kürt meselesinde bugüne kadar yapılmış en dikkate değer nitelemedir ve bu beyanın samimiyeti, meâlinden anlaşılıyor zaten.

Mehmet Baykara şöyle devam etmiş: "Aslında Kürtlerin ne istediğini sadece devlet veya hükümet değil bütün dünya bekliyor. Çünkü bizler ne istediğimizi açıkça belirtmedik. Hem üniter devlet içinde kalacağız diyoruz, hem de bu yapıya aykırı siyasi tezler savunuyoruz. Bu çelişkilerin ortadan kaldırılması için sadece Kürtlerin katılacağı bir konferans düzenleyeceğiz."

Ne aradığını bilmeyen ne bulduğunu da bilemez sözünün imâ ettiği yerdeyiz; ayrıntıların bile-isteye kışkırtılarak idraki kapatması, uzun vadeli ve etraflı tahlilleri engelliyor, temkin ve teemmülü zorlaştırıyor. Bu yüzden Sayın Baykara'nın yaklaşımını, itidal ve sağduyunun sesi olarak kabul ettim; temenni olunur ki bu konferans zihnî engellerin bertaraf edilmesine ve sağlıklı bir durum tesbitine zemin teşkil eder.

Böyle bir vasatta Sayın Cumhurbaşkanı'nın, "ben söylemiyorum, Anayasa Mahkemesi'nin kararı böyle" vezniyle söylediği, "Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir" cümlesini yorumlamayı ise fuzuli sayıyorum.