Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlim, hüner, zenaat, mârifet, ehliyet veya sanat; birini veya birkaçını edinmek için belki bir ömür boyunca uğraşıp didindiğimiz, evlâtlarımıza, gençlerimize kazandırmak için üzerinde hassasiyetle titreyip nice fedâkarlıklara giriştiğimiz meziyetler.

Moda haline gelen frenkçe tâbirlerle "titr" veya "kariyer" diye adlandırdığımız bu hasletlerin yekûnu, bir yerde yetişmiş insan zenginliğinin de göstergesi kabul ediliyor. Her yıl bu gibi vasıfları haiz insanların sayısını artırmak için başta devlet, yama tutmaz hale gelmiş kamu bütçesinden önemli miktarlar ayırıyor; aileler icabında mutfak masrafından kesinti yaparak evlâtlarının belirli bir alanda "ehliyet" sahibi olması için fedâkarlıkta bulunuyor.

Son derece açıktır ki, herhangi bir sahada derinliğine bilgi ve ehliyet sahibi olmak tek başına yetersiz kalıyor; bilgi ve ehliyetin hangi istikamete yöneldiği de çok önemli. Şüphesiz her sahada, bilginin nereye ve nasıl yönlendirilmesi gerektiğini tanzim eden ve "meslekî etik" diye adlandırılan bir iç ahlâktan söz etmek mümkün. Ne var ki ahlâk, hayatın sadece mesleğe denk düşen kısmında hatırlanıp, sair yerde ihmâl edilmeye tahammül göstermiyor; ahlâk, insan hayatında bütünlük arayan bir davranışlar manzûmesi. Belki başka türlü târifleri de yapılabilir ama bu mânâda ahlâkın bütünlük halinde göründüğü yerlerde ancak "şahsiyet"ten söz edebiliyoruz. Öyleyse şahsiyetli insanı, "hayatının sadece belirli kısımlarında değil, tamamında aynı prensiplere samimiyetle itaat eden kişi" olarak tavsif edebiliriz.

Böyle bir târif "şahsiyet" unsurunun bir kişide mükemmele erişebilmesi için o kişinin illâ ki bir titr veya kariyer sahibi olmasını gerektirmiyor: Pazarda parakende sebze—meyve satan bir seyyar satıcı, bir öğrenci veya bir taksi şoförü, hayatının her kompartmanında kendi prensiplerini hassasiyetle muhafaza ediyorsa o evvelâ "dürüst" bir insandır; bu prensipler insanlığın müşterek değerleriyle kesişiyorsa bu meziyetler bütünü "şahsiyet"i inşâ eder. Artık bu vasıfları taşıyan bir kişiye her bakımdan güvenebilirsiniz; toplumların ana direğini böyle insanlar teşkil ederler. Eğer kişi "şahsiyetlilik" sıfatını, yukarda sıralanan ilim, hüner, zenaat, marifet veya sanat gibi vasıflarla tezyîn etmişse, öylelerine ne kadar gıbta edilse yeridir çünkü şahsiyetini hünerle birleştirebilmiş bu "güzîde"ler, ait oldukları toplumu onurlandıran, yücelten ve müşterek seviyesini yükselten bahtlı kişilerdir.

Herkesçe bilinen şeyler, bazen farkedilmeyebilir

Haklı olarak, "bunları herkes bilir, uzun uzadıya yazmanın, sayıp sıralamanın ne âlemi var?" diye sorabilirsiniz; bu kritiğe saygı duyarım. Ne var ki çok göz önünde duran bildik şeylerin çoğu kere görünmez hale geldiği de mâlumdur.

Eksikliğini ve hasretini çektiğimiz şey artık sadece bilgi, hüner, sanat, ehliyet cinsinden vasıflar değil; Türkiye, modernleşme sancılarına uğradığı ilk demlerde, ananevi meslek, hüner, bilgi ve zanaatların fersûde hale geldiği zannıyla sarsılmış ve bu gibi vasıfların artık geçerliğini kaybettiği vehmiyle şaşkınlığa uğramıştı. Uzun asırlar boyunca toplumumuzda batılı mânâda bilgi, ihtisas veya zanaatler tek başına her müşkülü halleden birer kurtarıcı olarak muamele gördü ve büyük itibar kazandı. Bu kanaatin bugün bile toplumda hayli derin izler bırakmış olduğunu söyleyebiliriz: en az bir yabancı dil bilmek, modern teknolojiyi kullanmak, dünyanın her yerinde kişiye itibar ve statü kazandıran bir meslek edinmek hâlâ bizde efsânevî bir (mythic) hüsnükabul görmektedir. Bardağın dolu kısmında ise başka gerçekler kendini hissettiriyor: Türkiye, yetişmiş ve eğitilmiş insan gücü kaynakları itibariyle en azından birbuçuk asır öncesine göre fevkalâde iyi durumdadır. Aralarında kalite makası bulunsa bile yetmiş küsür üniversitesi, ilim adamları ve sanatkârlarıyla Türkiye, çevresine vasıflı işgücü sunabilecek bir seviyeye erişmiştir. Bu hususta henüz milletçe öğünecek bir toplam kaliteye ulaşmamış olsa bile yerinecek noktayı çoktan aştığımızı gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.

Peki öyleyse niçin hâlâ işlerin iyiye gitmediği yolunda bir kanaat yaygınlık kazanabiliyor?

Bize "dahası" gerekiyor; dehâ değil!

Kalkınmaktan, kâğıt, enerji, çelik, makina üretim ve tüketiminde dünyanın ilk on listesine girmekten bahsetmiyorum; bahsettiğim şey gerekli un, yağ ve şeker artık mutfakta hazır bulunduğu halde hangi sebeple yenilebilir evsafta helva pişiremediğimiz meselesidir. O kanaatteyim ki bugün Türkiye'ye acı veren pek çok sıkıntının temelinde, çok vahim boyutlara ulaşmış bulunan bir "şahsiyet" problemi yatmaktadır. Bilginin, ihtisasın, meslekî hünerin ve buna benzer "âlet"lerin kifâyet etmediği bir noktadır bu; dahası gerekmektedir: "Daha"sı, hüner ve ehliyet sahibinin şahsiyet mükemmelliğidir, iç ve dış tutarlılığıdır, bilginin yönelmesi gerektiği istikamet hakkında kafa karışıklığından ziyade, net ve şeffaf bir fikre sahip olunmasıdır.

Türk ekonomisinin hâl—i perişanı bence kaynak azlığı, tüketim çılgınlığı veya üretim düşüklüğü ile değil, iktisâdi bir faktör olarak karar mevkiinde bulunan insanlarımızın şahsiyet zaafı göstermeleriyle izah edilebilir; belki tuhaf bulacaksınız ama iktisâdi vaziyetin bozukluğu aslında şahsiyetlilik fıkdânı probleminden kaynaklanmaktadır.

Siyâsî istikrarlığımızın sebebi, siyâsetin nasıl yapılacağını bilmeyişimizden, bu husustaki temel kavram ve kurumları tanımayışımızdan, amme hukuku bilgimizin kıtlığından kaynaklanmıyor; hamdolsun bu gibi hususlarda birkaç ülkeye yetecek derecede bilgi ve görgü sahibi insan malzemesine sahibiz. Eksiklik, yine şahsiyet zaafı ile izah edilmelidir. Bir işte "doğru"nun ne olduğunu pekâlâ gördüğü halde doğrunun gereğini yerine getirmemek bilgi eksikliğine değil, şahsiyet zaafına işaret eder çünkü.

Trafik nizamının içler acısı hali, yolların yetersizliği, denetleyici sayısının azlığı teknoloji eksikliği ile izah olunamaz; bu keşmekeşin derûnundaki en mühim sebep şahsiyet zaafıdır; zira trafik araçların değil insanların davranışları ile yürütülen bir ortak düzendir. Çoğu kere bir sürücünün şahsiyet zaafı, kullandığı otomobilin direksiyonuna bâriz şekilde yansır.

Hukuk düzenimiz, hâkim azlığından, mahkeme salonlarının yetersizliğinden, hukuk fakültelerinin kıtlığından, kanunlarımızın eksikliğinden dolayı kilitlenme noktasına gelip dayanmış değildir; uğradığımız topyekûn şahsiyet krizinin neticede hukuk cihazını böğründen vurması, şaşılası değil beklenesi bir neticedir.

Şahsiyet odur ki, sollama yasağı bulunan bir yerde araç sollamamayı gerektirir; şahsiyet ilimle amel etmektir; şahsiyet hakikate teslim olmak ve ondan daha ulvî bir merci tanımamaktır. Şahsiyet, başka hayatlara ve varlıklara saygıdır; cansız olsalar bile. Şahsiyet görevle menfaati uzlaştırmamaktır. Mesleki etik kurallarına itaat etmek de bir erdemdir ama asıl erdem, hayatın her ânında, hatta hiç kimsenin görmediği yerde bile insanın kendine duyduğu saygıyı zedeleyecek ve iç bütünlüğünü parçalayacak davranışlardan kaçınmasıdır.

Şahsiyet; evvelen şahsiyet, âhiren şahsiyet!

Dünyada hiçbir kamu düzeni, kamu gücünü kullanarak idare edenleri ve edilenleri yüksek şahsiyet standartlarına eriştirmeye muvaffak olamamıştır ama şahsiyet zaafını ödüllendirmeyen, insan yetiştirme süreçlerinde ahlâkî standartlar gözeten ve belki en önemlisi toplumda etik değerleri yayan kurumları destekleyen kamu düzenleri de vardır. Hayatı yaşanır ve cevrine katlanılır kılan, o toplumda ortak payda olarak kabul gören şahsiyetlilik değerleridir. Helâl yerine haramı tatlı bulan, akıllı olmanın zahmetli süreçleri yerine kurnazlığı seçmeyi tercih eden, bilgi eksikliğini ukalâlık ve ceberrutlukla örtmeyi seçen, iyi değerleri kâr ve çıkarla, civanmertliği uyanıklıkla, hakkı zulümle değiştirmek için fırsat kollayan iklimlerde şahsiyetlilik elbette zemin bulamaz; toplum hayatında orman kaidelerinin hükümfermâ olması şahsiyeti soysuzlaştırır.

Siyâsî içtihadın, kariyerin, mevki ve mansıbın, kartvizitin, herhangi bir topluluğa mensubiyetin peşinen, diğer insânî vasıflara üstün tutulması bir çürüme alâmetidir. Türkiye varlık içinde yokluk çekiyorsa bana göre sebebi şahsiyet zaafının, sosyal bir teselsül zinciri içinde toplumda giderek "yükselen değer" itibarı bulmasında aranmalıdır.