Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Haberi duyduğunuzda hiç şaşırmayacaksınız çünkü Türkiye'de yaşayıp gündemi yarım kulakla da olsa takib edenler, buna benzeyen bir hayli olay işitmişlerdir.

36 yaşında bir hanım; henüz zanlı durumunda olduğu için haberi geçen İHA, isminin baş harflerini Z.B.K. olarak perdelemiş. Bu hanım 1998 yılında düzenlediği sahte belgelerle kendisini Tıp Fakültesi mezunu gibi tanıtıp hekimlik yapmak üzere Bakanlığa müracaat etmiş. Bu aklı ve cesareti nereden aldığı, ilgili prosedürü nasıl yerine getirdiği, bizim gibi sıradan insanlar için büyük bir muammadır. Devam ediyoruz; Sağlık Bakanlığı bu müracaatı yerinde ve isabetli bularak bu hanım 'tabib'i Gaziantep Kömürler Şatır Höyük Sağlık Ocağı'nda doktor olarak göreve başlatmış.

"Olabilir, mümkündür; belki Bakanlıkta bu işlere bakan makamlara rüşvet vermiş, belki işlemleri oldu bittiye getirerek ihmâlkârlık eseriyle aradan sıyrılmıştır" denilebilir ve bu kadarına Türkiye'de kimse hayret etmez; fakat Bayan Z.B.K.nın tam 10 (yazıyla on) yıl boyunca sahiden doktormuş gibi hasta muayene etmesi, teşhis koyup tedavi uygulaması insana pek mâkul gelmiyor. Birlikte aynı mesaiyi paylaştığı hekim arkadaşlarının birşeyden şüphelenmemesi konuyu daha ilginç hâle getiriyor. Bakanlıktaki bürokratlar evrak üzerinde sahtecilik yapılarak belki aldatılabilir ama bu hanımla fiilen aynı sağlık kuruluşunda çalışan gerçek hekimlerin durumu nasıl olup da farketmedikleri idrâke pek sığmıyor.

Bu dahi mümkündür diyerek hadisenin bir başka yönüne geçelim ve diyelim ki bu hanım, tıp mesleğine esasen pek sevdalı ve âşina olduğu için, belki de gençlik yıllarını tıp kitapları okuyup etrafında pratik yaparak değerlendirdiği için, 10 yıl süreyle sağlık kuruluşlarında kimseyi şüphelendirmeden sağlık hizmeti verebildi...

Mümkün mü?

Eğer mümkün ise bu defa, liseden sonra -en kestirmesinden- altı yıl boyunca ülkenin en çalışkan ve kavrayışlı çocuklarına verilen tıp eğitiminin niteliğini gözden geçirmek gerekiyor. Eminim ki bu ihtimâle de kimse kulak asmayacak ve "deli saçması; eğitimini almaksızın on yıl boyunca doktorluk yapmak mümkün değil; mutlaka bu kadın büyük tıbbi hatalar yapmış olmalıdır" denilecektir.

Bu ihtimâli ciddiye almayarak bu hanımın on yıl boyunca -muhtemelen- irili ufaklı bazı "meslekî" hata ve kusurlar işlediğini varsayalım. Şahsi dosyasını bilmiyoruz ama şiddetle merak ederiz; acaba Z.B.K.nın sicilinde mesleki kusur ve ihmâlden ötürü açılmış bir soruşturma var mıydı?

Olmaması mümkün müydü?

Soruşturma açılmış ise nasıl bir karara bağlanmış, bu kararı kimler nasıl vermişti?


Meselenin görünmeyen yüzü, Türkiye'de kamu personelinin yargılanma rejimi ve bilirkişilik kurumu ile yakından ilgilidir; bilindiği gibi ülkemizde kamu personelinin meslekleriyle ilgili taksir ve suçlarla itham edilip yargılanmaları özel bir işleme bağlıdır; suçüstü durumu hariç olmak üzere bu gibi durumlarda adli soruşturma açılması için "idari karar" gerekir. Adli yargı esnasında ise mesleğin gerektirdiği teknik ayrıntılara vâkıf oldukları için çoğunlukla aynı mesleğe mensup kişiler mahkemelerce bilirkişi olarak görevlendirilirler. Bu usûl, kağıt üzerinde mâkul sebeplere dayanmaktadır fakat uygulamada ister istemez "mesleki dayanışma" faktörünün devreye girmediğini kimse ileri süremez.


Şimdi yeniden hikâyemize dönebiliriz; "hikâye" demeliyiz çünkü olay şaşırtıcı derecede fantastiktir ve gazete köşelerinde sıradan bir haber olarak kalması inanılır gibi değil!

Bayan Z.B.K. on yıllık "başarılı" (başarılı olup olmadığını bilmiyoruz; en azından vukuâtsız geçen bir on sene demeliyiz) bir mesleki kariyerden sonra son görev yeri olan Çanakkale Ayvacık Küçükkuyu Sağlık Ocağı'nda çalışmaktayken, başka bir yere atanması için Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü'ne başvurmuş olmalı ki, evrakı üzerinde yapılan incelemede bir anormallik farkedilmiş ve ardından bildiğimiz süreç işlemeye başlamış: "Görevliler, durumu polise bildirince sahte doktor olduğu iddia edilen kadın gözaltına alındı. Olayla ilgili soruşturma sürüyor."

Bu kadar!


Sıradan aklın devlet yönetimine egemen olduğu bir kamu düzeninde şu haber hakkında en azından Başbakanlık tarafından etraflı bir araştırma yaptırılır; hatta devletin denetleme mekanizmalarına geniş çaplı bir soruşturma başlatılması için emir verilerek elde edilecek bulgular, "Türkiye'de mesleki eğitimin karanlık noktaları" başlıklı bir ilmi toplantıda ele alınır, aksaklık ve ihmâl kara delikleri açığa çıkarılırdı. Basın organları ise haberi sıradan ve önemsiz bir detay gibi görmek yerine haberci ekiplerini seferber ederek meseleyi derinleştirir ve on seneden beri gerçek bir hekim gibi hasta bakan bir dolandırıcının, nasıl olup da farkedilmeden işini sürdürebildiğini didiklerlerdi!

Yine de böyle akıl almaz bir dolandırıcılık olayını farkedebildiği için Sağlık Bakanlığı Personel dairesinde çalışan o birkaç yetkiliye şükran duymamız gerekiyor; asgariden bu bile gönül ferahlatıcı bir noktadır!

Şimdi başa dönelim: Sahte doktor haberinin şaşırtıcı olmadığını söylemiştik. Sahte hâkim, sahte subay, sahte dişçi, sahte eczacı haberleri ülkemizde kanıksanmış olaylardır; her yıl buna benzer şeyler okur, işitiriz; gülüp geçeriz; bazen de "yıllarca işini ustalıkla yerine getirdiği için böyle adamlara hariçten diploma mı vermeli, yoksa cezalandırmalı mı?" diye işin eğlendirici tarafını öne çıkarırız.

Arada yok olup giden, bizim "gerçeklik, sahicilik" ve dolayısıyla "mesleki eğitim" kavramına duymamız gereken inançtır.