Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Mesleğiniz nedir sorusuna sadece "şairim" diyenleri kasdetmiyorum; "mesleğim filancadır ama aynı zamanda şiirle ciddi surette uğraşırım" diyenleri ele alalım: Kız babası olsanız "evlâdımın bahtını bu adama bağlamalı mıyım" diye düşünür müsünüz? Menfi veya müsbet yönde bir telkinde bulunmadan sorunun cevabı üzerinde kıvrılmamızı gerektiren hayli misâlle karşı karşıyayız.

"Şairânelik" nedir; biz bu sıfatta biraz hayalcilik, biraz yaşanan zamandan çıkma arzusu, biraz hadiseleri güzel tarafından görme iştiyâki ve bolca romantizm buluruz; Şiir romantizm demek değildir ama şairânelik romantik bir haldir.


Şairler hassastır; hep öyle söylenir ve şairler de bu vasfı kabullenirler, oysaki hassaslıkla alınganlık arasındaki ince çizgiyi tefrik edecek soğukkanlı muhakeme alışkanlığı şairlerde pek nâdir bulunan bir haldir. Şairlik böyle bir şeydir; sıradan insanların aldırış bile etmeden omuz silkip geçtiği şeyleri kolayca mesele haline getirebilirler. Esasen şiir de olup-bitenin görünmeyen yanını görünür hale getirmek meselesidir.


Kolay kırılır, kolay kırarlar. Mizanlarına nerede, hangi hadde kadar güveneceğinizi bilemezsiniz.


Asabi mizaçlıdır şairler; sanatlarını sîretten sûrete çıkarmak için sair sanat erbâbından daha çok gayret sarfetmeleri lazımgeldiğini bildikleri içindir belki de.


Onlar başka türlü bakar, başka türlü görür, başka türlü anlar ve başka türlü yorumlarlar. Onlarda yorumlananla yorum arasındaki mesafe başkadır ve kendine mahsus bir özellik gösterir. Kabul edilmelidir ki yorum, kaypak bir alandır; şairin dikkatini çeken hadise ile şairin o hadiseden çıkardığı netice elbette klasik mantık kurallarının dışında, afâki bir özellik gösterecektir. Bu âfâkiliğin içini güzel ve isâbetli bir tarzda doldurmak çok zordur; büyük şairler, bu işi kendilerinin bile asla izah edemeyecekleri bir kolaylıkla -ama nadiren- başarırlar. Bunu bilirler ve hırçınlıklarının mühim bir kısmı bu idrakten kaynaklanır.


Sanatları hakkında dışardan tenkidde bulunacakları hem sevmez, hem de merakla izlerler; neticede her şair, -her sanatkâr gibi- hüsnünün aksini seyredebileceği bir aynaya muhtaçtır. Anlaşılmamak ezelî kederleridir; çünkü şiir, yapısı itibariyle şairde başlayan ve sona eren bir süreçtir ve başkaları tarafından -tam da kasdedildiği mânâ üzerinden anlaşılmış olması- zayıf ihtimâldir.


Şiirin ucu bâtındadır ve şairler bâtına saldıkları oltaya ilhâmın takılmasını beklemeye mecburdur. Şiir, sanatkârâne işçilik ve alınterini kaldırmaz ama bir şair, eğer kendini ancak şiirle idrak edebildiği vehmine kapılmışsa, en azından melekelerini işler halde tutma insiyâkiyle eser vermekten kendini men'edemez; böylece ortalık, gözüpek tenkidçilerin dışında kimselerin "bunun şiirle ne ilgisi var; alınteri kokuyor bir kere!" diyemeyeceği bir yığın haşviyatla doluverir. Şair bunu bilir ama emeğine acıdığı için her zaman, "haklısınız, bunlar alelâde kalem oyunlarıdır" demez, diyemez.


Şairler sadece aksi münekkidleri değil, birbirlerini de sevmezler pek; son zamanlarda bir cemm-i gafîr halinde bir araya gelip fotoğraf çektirmeleri ve şiir akşamlarında en kıymetli evlatlarını esen yele vermeleri, kapıldıkları yalnızlık duygusunu yenmek için olsa gerektir.


Şairler, eksiklerini kendileriyle tamamlayan bir heyettir; kuvvetleri ve zayıflıkları burada.


Bahtsız insanlardır; ressamlar kırtasiyecilerden diledikleri kadar boya, heykeltıraşlar taş ocaklarından istedikleri vasıfta mermer temin edebilirler. Müzisyenlerin işi daha kolay; güzel sesler, dünya yaratıldığından beri bir şeylerin içinde saklı durur; on paralık kamışa isabetli delik açarsanız size hizmet ederler ama şairler kelimelerini ve lisanı, her kuşakta yeniden keşf, hattâ inşâ etmek zorundadır. Ne var ki içlerinde pek azı, kullanışsız ve kifâyetsiz bir malzeme ile icrâ-yı sanat eylediklerinin farkına varabilmişlerdir; kısm-ı âzâmı; "o da dil, bu da dil, fark etmez, mesele ilhâm meselesidir" diye bakar ve yanılırlar.

Arı her çiçeğe konmaz.


Şairânelik bulaşıcıdır; bu pek mühim sayılmaz ama şairlik de bulaşıcıdır ve böylerinin dışardan teşhisi hiç de kolay değildir. Bünyede belirti olmadığı halde beyindeki bazı mekanizmalar "evham" yoluyla hastalığa hükmediyor ve bedeni hasta gibi davranmaya zorluyorsa, şairlik ve şairânelik de kolayca evhamın iğvâsına mağlup olabilmektedir.

Nitekim ülkemizde politikacılar, siyasi bir nutkun arasında -hoparlörlerden yükselen bayıltıcı bir müzik refakatinde- şiirler okumakta, aynı tarzda okunmuş ve kaydedilmiş şiir albümleri hayli alıcı bulabilmektedir. Bu bir şairânelik salgınıdır. Bir evham olarak şairlik salgınına misâl göstermeye ise hâcet görmedim.


En vahim tablo, bir şairin son demine kadar şiirde ısrar etmesi vukuunda ortaya çıkar. Şairlerin mühimce bir kısmı, orta yolda şiir yazdıkları kalemi sivriltmeyi bırakıp hayata dönerler; hayata, yani olup-biteni klasik mantık usulleriyle kavramaya.

En iyisi hiç başlamamış olmaktır; çünkü şairler su gibidir; mecrâlarını bulur ve günyüzüne çıkarlar nasıl olsa.


Mesleğiniz nedir sorusuna sadece "şairim" diyenleri kasdetmiyorum; "mesleğim filancadır ama aynı zamanda şiirle ciddi surette uğraşırım" diyenleri ele alalım: Kız babası olsanız "evlâdımın bahtını bu adama bağlamalı mıyım" diye düşünür müsünüz?

Menfi veya müsbet yönde bir telkinde bulunmadan sorunun cevabı üzerinde kıvrılmamızı gerektiren hayli misâlle karşı karşıyayız bence.

DR. ABDULLAH CEVDET SOKAĞI

Geçen hafta Ankara'da bir sokağa vaktiyle verilen"Abdullah Cevdet" isminin değiştirilmesi tartışıldı.

Abdullah Cevdet, Cumhuriyet inkılâplarının fikir babalarından biridir; tıpkı Celâl Nuri İleri, Ziya Gökalp, Kılıçzâde Hakkı, Yusuf Akçura gibi. Fikirlerini beğenmeyebilirsiniz ama Abdullah Cevdet yeni kuşakların tanıması gereken çok renkli bir fikir adamıdır. İsminin "millî hâfıza"dan silinmesi değil tam aksine yaşatılması lâzımdır.

Her hoşumuza gitmeyeni yok saymak iptidailiğinden kurtulalım. Bir insanı eleştirmek başka şey, emeğine, yazdıklarına, mücadelesine saygı duymak çok daha başka bir şeydir. Dr. Abdullah Cevdet'in yıllar boyunca yayınladığı "İçtihat" dergisi, fikir tarihimizin en mühim kazançlarından biri. İçtihat mecmuasında yazılıp çizilenleri ille de onaylamanız gerekmez ama değerini takdir ve kabul etmek bir vefâ borcudur, kadirşinaslıktır.

"Bu iyi kalsın, bu kötü iptâl edelim" mantığı ile tarihi şahsiyetlerin isimlerini sağdan soldan kazımaya kalkışırsanız işin ucunun nerelere kadar uzanacağını kimse kestiremez; bu yol yanlıştır, gündeme getirilmesi de rezâlettir.

Becerebiliyorsanız yeni kuşaklara Abdullah Cevdet'i, fikirlerini, mücadelesini, İçtihad mecmuasını, İçtihatevi'ni öğretiniz; o devrin fikir hayatını ve atmosferini bütün isim ve aktörleriyle anlatınız; onlara kritik yapma kabiliyeti kazandırınız ki kimi ne dereceye kadar anlamaları, benimsemeleri ve eleştirmeleri konusunda şahsi fikir sahibi olabilsinler. Bilsinler, tanısınlar ve anlasınlar.

Anlamak yakınlaşmaktır, tanımak affetmektir, bilmek sorumluluktur. Sansürcülüğün en berbat tarafı, tanımak, bilmek ve anlamak ihtimâlini daha baştan ortadan kaldırmış olmasındadır.