Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Siyaset dehâsı değilim. Herkesi mutmain kılacak bir tılsım eğer varsa onu bilmiyorum. Okuduğum ve bildiğim kadarıyla herkesin mutlu olduğu bir tarih dilimi hiç olmadı ve galiba hiç olmayacak. Bana göre elimizden gelen tek şey, başkalarına zarar vermemeye azami dikkat göstererek doğru olanı anlamaya ve tavsiyeye gayret etmek.

Vicdanı yüksek bir adam demiş ki, "Dışımdaki dünyanın bana yaptığı ne olursa olsun, kendime ettiğim kötülüğü kimse yapamaz". Derviş Ali de öyle diyor, "Cehennem dediğin dal ateş yoktur / Herkes ateşini burdan götürür". Esasen, insana tabiatının dışına çıkarak yükselmek mânâsında eğitimin hayrı dokunduğuna inananlardan da değilim; binaenaleyh Kürt meselesini iki satır yazıyla feraha çıkaracak bir şey bilmiyorum. Çözebileceğini düşünenlerin, hattâ bu işi cepte keklik görenlerin karîhasına yeni bir şey ilave edecek iktidarım da yoktur, sadece şu kadarcığını söylemek mümkün; kuzguna yavrusu Anka görünüyor. "Dört parti bir araya gelip görüşelim, halledelim" görüşü ile "Kandil'e Türk bayrağı dikelim; adam kıtlığı varsa tedarik ederiz" fikrinin indimdeki yeri birdir ve eşit derecede değersizdir; ki siz aynı çekmeceye, "Parti binalarımızı devlet koruyamıyorsa, biz korumasını biliriz" diye efelenen tulumbacı yamağının fikrî seviyesini de ekleyebilirsiniz.

Dünya tarihi şunu anlatır: İnsanların en önemli meselesi ahlâkîliktir; ve en dramatik problemimiz budur. Tâ baştan kabul ettiğimiz ahlâki tutum -ki o her neyse- gündelik zevkler, hırslar, menfaatler ile durmaksızın çatışır ve biz hep aynı şeyi yaparak aslında ne kadar ahlâkî davrandığımız hakkında önce kendimizi, sonra başkalarını inandırmaya çalışırız. Dünya tarihi insanların aldatma ve aldanma hususunda çok başarılı olduğunu kaydediyor. Oysa ki, "kalp bilir" ve bize ahlâken neyin doğru olduğunu mahcub bir edâ ile utana sıkıla fısıldar. Biz ona, "Ama bir de aklıma danışmam lâzım; sen çok sübjektif olabiliyorsun" diye parmağımızı sallar ve akla, "Haydi, şimdi bana işime gelen bir şey bir söyle" deriz.

Zavallı Thomas More'a, kralı VIII. Henry, tam da böyle bir ahlâksız teklifte bulunmuştu, "Dinini terk et ve İngiliz milli kilisesinin hak din olduğunu, buna bağlı olarak benim fırıldak eylemlerimin meşruiyetini kabul et, çünkü sen yüksek vicdanlı bir insansın ve senin kabulün bana yolları açacaktır" (Meâlen). Thomas More üstadımıza kalbi o anda şöyle dedi, "Yapma üstad; bu herif keyfi için senin akîdelerini ve ahiretini berbad etmek istiyor; diren ve yaşa!". More, kralının ahlâksız teklifini reddetti ve hâlâ yaşıyor. Henry onu öldürttü ve her gün yeniden ölüyor.

Ne diyorduk; eğer kendimizi aldatmakta pek tecrübeli değilsek, önceleri vicdan azabı diye bir sızıya tutuluruz; tecrübe kesbedip de kalplerimizi mühürletince vicdan azabının yerini, kesin inançlılıktan doğan nobranlık alır (Burada "Kesin inançlı" tabirini, İslâmî iman manasında değil, düpedüz fanatizm mânâsında kullanıyorum). Evet, kalpler mühürlenir. Kalp mühürlendiği zaman, namludaki mermi gibi bir şey olur; irâdi hareket serbestîsini, ahlâki istikametini kaybeder.

Kürt meselesini bugüne kadar hep siyâsî boyutuyla kavradık ve konuştuk; her meselenin bir de ahlâkî vechesi vardır ama aslında konuşmaya lâyık olan o veçhedir. Siyasî maslahat ne zaman ahlâktan cevaz almağa kalkışsa, nadir istisnâlar dışında ahlâk hep mağlup olmuştur. Niçin hep öyle oluyor? Basit! Siyâset, üstünlük ve kazanma hesabı üzerinde ayakta duruyor; ahlâk ise en şümûllü mânâsıyla Hak! Siyaseti ahlâktan inhiraf ettirmeden yapanları ise efsâne listesine yazıyoruz.

Ne alâka demeyiniz; deniliyor ki, "İslam'da siyaset ve devlet yok diyorsanız söyleyin, tartışalım; hâlbuki İslam her yeri kaplar" Âlâ, öyleyse birisi çıkıp İslam'la siyasetin üst üste geldiği örneklerden hareketle bir tarih icmali çıkarsın; önce onu konuşalım. "Durum nedir, parlaksa niçin bu haldeyiz; değilse neyi yanlış anlamıştık"ı tartışmak daha verimli olur.

Bu arada Hz. İsa'yı mahkûm eden Roma valisi Pilatus'un karardan sonra elini yıkayıp sorumluluktan kurtulduğunu sandığı o meş'um sahneyi de hatırlayalım hep. Tarihi yanlışların yıkandığı bir ibrik henüz icad edilmedi çünkü.

Bir şey anlamadınız değil mi; neyse telafi ederiz inşallah...