Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Seçimlerin hayırlısıyla tamamlandığı varsayımıyla yazıyorum: 31 Mart sabahında nasıl bir Türkiye’ye uyandığımızı kestirmek kolay değil.

Seçim kampanyasından çok korku filmini veya kâbuslu rüyaları andıran bir atmosfer yaşadık. Bir daha böyle seçim atmosferi yaşamak istemeyiz: Allah beterinden saklasın!


Mahalli seçimlerin sonucunu bilmiyorum fakat seçim sonrasına iki önemli meselenin kaldığı bir gerçek. İlki, hükûmetin meşruluğu meselesidir. Sıradan bir memlekette, sıradan bir kabineyi defalarca sarsması, itibar kaymasına uğratması muhakkak sevimsiz gelişmeler yaşandı. Seçim sonucu ne olursa olsun, bu kabinenin hükûmet etme hakkı artık bir numaralı meseledir.

17 Aralık tarihinde başlayan gelişmelerin bıraktığı tortuları yok saymak ne kolay ne de mümkün. Soruşturmanın ilk ayağını teşkil eden 4 bakan hakkındaki fezlekeler Meclis’te konuşulamadı bile. İddianame ise ilgili mahkeme tarafından savcılığına iade edilirken 25 Aralık operasyonuyla ilgili adli soruşturma neredeyse bastırıldı fakat, sosyal medyaya sızdırılan kayıtlar geride ağır ithamlar bıraktı. Bu ithamlar yargının tezkiyesinden geçmedikçe hükûmetin bir meşruiyet problemi hep devam edecek.

Dünyada hiçbir seçim, bu kabil ağır iddiaları yok saymayı veya aklamayı veya tam tersine sanıkları mahkûm etmeyi başaramaz.


İkinci kalıcı mesele barış sürecine bağlı olarak gelişen demokratik özerklik konusu.

İyi niyetlerle, güzel beklentilerle ve hayra vasıl olması ümidiyle, ama bu esnada sürecin kendisi hakkında somut hiçbir bilgi sahibi olmaksızın sabırla beklendi. Suyun yüzünde beliren bir kısım emareler hep hayra yoruldu. Türkiye’de herkesi ilgilendiren hayati bir meselede kamuoyunun dikkatinden gizlenen görüşmelerde, her iki tarafın da iyi niyetli ve yapıcı davranacağı varsayıldı.


Hükûmet, barış sürecinden ne anlamak gerektiği ve demokratik özerklik konusunda artık ketum davranmak lüksüne sahip değil, zira bu konular bütün toplumu ilgilendiriyor; herkesin bilgisinden ve tasvibinden geçmesi gereken bu büyük politik hadise, artık BDP heyetleri, MİT görevlileri ve hükûmet yetkilileri arasında cereyan eden kapalı müzakerelerle yönetilemez.

Kamuoyunun tam bir açıklığa ve şeffaflığa ihtiyacı var.

Toplum, barış sürecinde hükûmete büyük kredi verdi, destekledi, güvenini izhar etti; artık bu güvenin açık politikalara dönüşmesi gerekiyor: Hükûmet, BDP-PKK çizgisindeki siyasete ne tür sözler, vaatler verdiğini, hangi tavizlerde bulunduğunu açıklamak noktasına geldi.

Soru şu: Hükûmetin büyük önem verdiği bu seçimden çıkardığı sonuç, bu derece cesaretli davranmasına kâfi gelebilecek mi?


Daha bugünden itibaren başlaması muhtemel Cumhurbaşkanlığı seçimleri faktörünü de bu karmaşık hesabın içine katmak gerekiyor. Henüz arkada bıraktığımız mahalli seçimlerden daha zorlu bir sürecin Türk siyasetini çok zorlayacağı unutulmamalı.

30 Mart seçimleri ilginç bloklaşmalara ve oy kaymalarına sahne oldu. İnsanların normal şartlar altında “Asla düşünmem” dedikleri ihtimaller fiiliyata geçti. Bir mânâda Türk siyasetinin klasik partileri arasındaki ideolojik duvarlar yıkıldı. Bu pratiğin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de tekrarlanması pekâlâ mümkündür. Mahalli seçimlerdeki ilginç blok kombinasyonları, kalıcı beraberliklere dönüşmese bile kısa veya orta süreli koalisyon ortaklıklarına cesaret vermiş olabilir.


30 Mart’ta kartlar yeniden karıldı ve dağıtıldı.

31 Mart sabahının Türkiye’si başka bir Türkiye’dir. Az önce işaret etmeye çalıştığım “Hükûmetin meşruiyeti” faktörü, gün geçtikçe ağırlığını hissettirecek. 17 Aralık ve 30 Mart sürecinden hayli zedelenerek çıkan bu kabineden, kalıcı ve radikal adımlar, siyasi risk gerektiren büyük adımlar beklenemez.

Hayli zor geçecek bir 5 ay var önümüzde.