Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

'İyi bir Müslüman işini dünya standartlarında yapacak, rekabetten korkmayacak, hayata pozitif katkıda bulunacak, insanlığa ne açıdan yardımcı olduğunu her an kendine soracak, dünyada var olmaktan ve yarışmaktan korkmayacak, kendine benzemeyeni düşman saymayacak, dinin kültürel boyutunu geliştirmek için özen gösterecek.'

Yukarıdaki özetlenmiş cümleler Mehmet Altan'a ait; Moral Dünyası Dergisi'ne verdiği mülakattan alınmış bu cümleler, geçtiğimiz Pazar günü Star gazetesinde de yayımlandı.

Mehmet Altan elbette "içerden biri" sıfatıyla konuştuğunu ileri sürmüyor, otokritik yapmıyor, sadece Müslümanlarla aynı toplumda yaşayan, aynı zamanı ve mekânı paylaşan biri olmak sıfatıyla sosyolojik bir bakış açından kendi zihnindeki Müslüman imajını tarif ederek değerlendirme yapıyor. Dolayısıyla "seni camide, namazda görmüşlüğümüz yoktur, bu meseleler hakkında söz söyleme hakkını nereden buluyorsun" diye itiraz etmemek gerekir. Mehmet Altan'ın, herkes gibi dindar Müslümanlardan nasıl bir beklenti içinde olduğunu açıklamaya hakkı var ve söylediklerini anlayışla değerlendirmek taraftarıyım.

MÜSLÜMANLIK BİR KÜLTÜR MÜDÜR?

Mehmet Altan'ın temel tezini şöyle özetlemek mümkün: Vaktiyle şehirlerde yaşayan insanlar arasında, "kent dindarlığı" diyebileceğimiz bir Müslümanlık yorumu vardı: "Kent dindarı, bir inancın ulviyetinden kendine kimlik çıkarmaya soyunmayan insandır. İnancı inanç olarak kabul eden, inanç olarak yaşayan, bunu kültür olarak algılayan ama sosyal bir ilişki ağında bir taraf, bir kimlik olarak bundan rant beklemeyen insandır. Kent dindarı bir şekilde daha doymuş, güngörmüş ve bu inancı, kendi ulviyeti açısından kişiselleştirmiş, kültür olarak algılamış, daha gelişmiş insandır"; ne var ki, Türkiye'nin geçirdiği siyasi, iktisâdi, toplumsal ve kültürel değişiklik sürecinde bu tip kaybolmaya yüz tutmuştur. Bu değişimin sebebini Altan şöyle izah ediyor:

"Tekke ve zaviyelerin kapanması dinin kültürel, edebi, güzel sanatlar boyutlarını yoksullaştırdı. Zaman içinde Müslümanlığın sosyolojik, kültürel, edebi, güzel sanatlar, mitolojik tarafı ortadan kalktı. Köylülüğün egemenliğinin aracı haline getirilmeye başlandı. Türkiye; inançları, ideolojileri kendi kalıpları, kültürel bütünlüklerini doğuş şartlarından bağımsız bir şekilde yozlaştırabiliyor. Başlangıçta solculuk da, milliyetçilik de, din de aynı şekilde kullanıldı. Yani hayatla ilişkide zorluğu olan, donanımında yetersizliği olan, sosyolojik olarak altta kalmış tutunamayanların araçları haline geldi." Mehmet Altan'a göre şehirli Müslümanlığın tekke ve zaviyeler yerine daha modern görünüşlü Cumhuriyet'in eğitim kurumlarında (üniversitelerde, hassaten İlahiyat fakültelerinde) yeniden üretilmesi mümkün görünmemektedir; çünkü, "Bizde ilahiyattan bu anlamda bir büyük düşünür, felsefeci, estet, şair vs yetişmiyor. Hepimizi zaman zaman dehşete düşüren yorumlar ve yaklaşımlar yapanlar da ilahiyatçılardır. Türkiye'de ilahiyat eğitimini çok derinden teşhis masasına yatırmak gerekir. Bu fakülteler, tekke ve zaviyelerle boy ölçüşecek bir eğitim düzeyinin altındalar, böyle bir dertleri olduğunu da zannetmiyorum."

ÜRETİM AHLÂKI DA NEDİR?

Mehmet Altan'a, söylediklerinin isabeti bir yana, söylediği şeylerin önemini ilk planda alarak çok başka ve daha önce pek söylenmemiş şeylere dair bir tartışma zemini açtığı için şükran duymamız gerekiyor; kaldı ki bu tesbitlerini isabetsiz bulanlardan değilim; Altan, 'İslâm'ı yorumladığını ileri sürmüyor, yaşanan ve yaşanmakta olan Müslümanlığın nasıl bir şey olması gerektiği hususunda kendi fikirlerini ifade ederken konunun kültürel, sosyolojik ve ahlâki boyutlarını vurgulayıp öne çıkarıyor. Dolayısıyla onu dışarıdan İslâm'ın meselelerine müdahaleye kalkışan yetkisiz birisi gibi görüp dışlamanın hata olacağı kanaatindeyim. Eğer bu görüşleri magazinleştirmeden veya dışlamadan ciddiyetle tartışmayı başarırsak çok istifadeler sağlayacağımızdan şüphe edilmemelidir.

Meselâ bir kısmımız, ahlâk kavramının ekonomik boyutuyla tartışılıp algılanmasını hoş görmeyebilir; ahlâkı, iman eksikliğinin bir tezahürü gibi değerlendirebilir fakat eğer böyle bir derdimiz varsa, bu meselenin başka ve farklı açılardan geliştirilmiş tahlillerini de görmek, bizi yorum noktasında zenginleştirecektir; nitekim Mehmet Altan, toplumsal üretimde düşüklüğün neticede ahlâki zaafiyet doğuracağını ileri sürüyor ve fikrini şöyle savunuyor:

"Topluca üretebilen, üretim zinciri içinde yer alan bir ülke değiliz, devlet eksenli, devlet kaynaklarından rant üstünden, hak etmediğimize el uzatarak, avantadan, üretmeden, çalışmadan, çalarak çırparak yaşama kültürünün ürünleriyiz. Bir taraftan da din, kent dindarının içselleştiği bir davranış biçimimizi temellendiren bir kültür olmaktan uzak. O zaman ne oluyor, herkes bir şekilde hak etmediğine el uzatmaya, layık olduğundan daha fazlasını elde etmeye çalıştığı bir ahlaksızlığı topluca üretmeye devam ediyoruz. Müslüman bir toplumsak, dindar isek bu ahlaksızlıkları kim yapıyor? İşte onun için din, kültürel sosyolojik bir inanç olarak üremiyor, köy kurnazlığının, köy hoyratlığının yani eğitilmemiş, derinleştirilmemiş, ufku açılmamış, birikimini içselleştirmemiş bir yapının siyasal aleti haline geliyor."

İNCE VE NAZİK DAVRANIŞLAR DİZİSİ OLARAK MÜSLÜMANLIK

Evet, zâhirdeki delillere göre Mehmet Altan, halkanın içinde değil, dışında gibi görünüyor, -çünkü imâna dair meselelerde zâhirden hüküm yürütmek bize düşmez; asıl söylenilmesi ve hayıflanılması gereken husus, Müslüman entelektüellerin bu vuzuh ve keskinlik derecesinde yaşayan İslam'ın meselelerini dillendirmekte gönülsüz davranmasıdır. Türkiye'de laiklik uygulamaya konulurken, dinin toplumsal tarafını törpülemeyi hesaplayan otokrat irâdenin, şehirli Müslüman tipini nasıl dayanaksız bıraktığını pek telâffuz edenimiz yoktur; bu meseleler yıllarca Müslümanların devlet tarafından baskı gördüğü, dinî eğitimin engellendiği gibi temel itirazlarla seslendirildi. Din eğitimi veren kurumlar işler hâle geldiğinde Müslümanlığın niçin bir ince davranışlar dizisi şeklinde ayağa kalkamadığını pek sorgulamadık; bu esnada laikliği din aleyhtarlığı gibi yorumlama kolaycılığına kaçan çevrelere âdeta gün doğdu ve bu çevreler Müslümanlığı kaba, yobaz, kirli ve antisosyal bir gerileşme modeli diye karikatürize ettiler.

Başkaca ayrıntılara girmek elzem ve mümkün; gerekirse bu konuya defalarca geri dönmek üzere şimdilik sözü şöyle bağlayabiliriz: Türkiye, yeni bir şehirleşme dalgasının zirvesini yaşarken artık hepimizin, Mehmet Altan'ın tartışmaya açtığı şehirli Müslümanlık kavramı ve çağrışımları hakkında kafa yorup tartışmamız gerekiyor.