Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Duvarı nem, insanı gam yıkar" derler; doğru mudur, bu lâfın ilmî bir kıymeti var mıdır; vardır! Sağlıklı bir bünyeye mütemadiyen moral bozucu haberlerle yüklenirseniz direncini düşürürsünüz; sonra sıradan bir mikrop veya virüs, daha önce yapamadığı tahribatı kolayca icra eder.

Lüzumundan fazla ideoloji tartışıyoruz ve bu tartışmada bir arpa boyu mesafe alabildiğimiz yok. İrticâ lâfı gündemimize 1909'da girdi; pek sevdik, pek benimsedik; hazret 100 senedir maymuncuk gibi, askerinden siviline herkesin elinde ve dilinde çok fonksiyonlu İsviçre çakısı gibi iş görüyor.

Bu nasıl bir ülkedir ki kuvvet komutanları, peşi sıra sosyal bir mesele hakkında ilmî içtihadda bulunurlar? Oysa biz onları askerlik mesleği ve sanatı ile ilgili pistlerde görmek isterdik daha çok; resmi görevleri de o zaten. Askerliğe hasretmeleri gereken zamanda oturup sosyal ilim mi tahsil etmişlerdir, yoksa ülkenin rektörlerine bakıp da, "biz onlardan daha iyi sosyoloji ve bilim felsefesi okuturuz" diye mi düşünmeye başlamışlardır?

E, irticâ yok mu peki? Daniskası var; üstelik nasıl denir, "damardan" hakîkisi, âlâsı var; lâkin bu ihbar sistemi ile irticâ ne teşhis edilir ne de engellenebilir. Püf noktası da orası zaten. Düşünün, bir mucize olmuş, irticâ tehlikesi ortadan kalkıvermiş... Kimler işsiz, kimler suskun kalır; kimler oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi me'yus ve mükedder olur, kimler konuşmaya lâf bulamaz?

Hâsılı eğlenceli bir vaziyettir; düşün düşün gül.

...

Azınlık vakıfları konusunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin gayrimüslim vatandaşlarını talep ve dâvâlarında yerden göğe haklı buluyorum; bu derece ürküntü, bu derece hesâbilik, bunca küçük fantirifinton numaraları devlete yakışmıyor. "Gaflet edilirse Ayasofya bile elden gidebilirmiş?" Peki, şimdi "elde midir" yani? Korkusuz bir günümüz geçmez mi bizim? "El Hakkü yâ'lû velâ yû'lâ aleyh" (Hak en yüksek değerdir ve hiçbir şey onun üstünde olmaz) düsturunu çok ciddiye almış bir dedenin torunlarına böyle vehham "mütekabiliyet" ayakları hiç yakışmıyor hiç! İşte bu yüzden Etyen Mahçupyan'ın "Vatandaşını hazmedemeyen Cumhuriyet olur mu?" başlıklı yazısına, sıkça tekrar ettiği "tekabüliyet" kavramı hariç tamamen iştirak ediyorum: Kulağıma sakîl geldi, merak edip baktım; lugâtlerde tekabüliyet diye bir tasrif şekli yok, hep "mütekâbiliyet" diye kullanılmış.

Hakkı teslim edeceksin; aleyhinde olsa bile, velev ki Ayasofya'ya malolsa bile. Ayasofya'yı katlayıp dâr-ı bekaaya götüremezsin ve değmez üstelik ama Hakk'a itaat, Ayasofya'nın bütün mânâlarından daha âlî bir değerdir; hiç şüphe etme, hiç!

...

Dünkü gazetelerden birinde köşe yazarının biri, Başbakan'ın aile nüfus kütüğünü ele geçirmiş. "Devletin resmi belgesi" diye kasıla kasıla diyor ki, "baba tarafından çeşitli kimselerin anneleri arasında şöyle isimler geçiyor: Felankes, fülankes, filankes..." Sonra da diyor ki, "bizim aklımızdan insanların soyunu sopunu araştırmak, oralardan sonuç çıkarmak, bunları siyasal amaçla kullanmak asla gelmez. (...) Her uygar insanın yapması gereken de budur." Yuh! Fikir neresinde, haysiyet neresinde bu tutumun; ucuz kurnazlığın, belden aşağı vurmanın adı ne zamandan beri köşe yazarlığı olmuş? Bu gibilerle aynı zeminde yazıyor olmak, insanın yaşama sevincini körletiyor. Aklınca DE Rektörü'nün dini mensubiyeti hakkında ileri geri konuşanlardan intikam alıyor.

İnsanın şöyle diyesi geliyor bu yazara: Seninle aynı milliyet ve etnisite hanesine yazılacaksam, o milliyeti ve etnisiteyi reddediyorum; tesadüfen seninle aynı dine mensub isem, o dinden de vazgeçiyorum; hâsılı sen ne isen, ben o değilim arkadaş! Meraklılarına söyleyim; bu adamın şu eciş-bücüş fikri kadar Türklüğe hakaret ve 301 kapsamına giren bir fiil daha yoktur gözümde.