Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Vaktiyle "Karındeşen Jack"ın veya "Mavi Sakal"ın vahşi cinayetleri ortaya çıkarıldığı zaman İngiliz entelektüelleri fırsatı ganimet bilip de birbirlerini cinayetleri kınama yarışmasına davet etmişler miydi? Bizde aynen böyle oluyor ve bu kabil ucuzluklar zihni hayatımızı zehirliyor. Adam, fikren kendisine çok yakın olması gereken birini kaçırıyor, anlatılmaz ezalardan sonra katledip evinin bodrumuna gömüyor ve üstünde aile hayatını sürdürürken yaptığı ortaya çıkıyor. Sonra birileri yürekleri kabararak ortaya çıkıp, "Haydi bunları kınayın, kınamazsanız siz de öylesiniz." mesajları sarkıtıyor.

Sadece kınamak gerçekten bu kadar önemli mi?

Evet önemli, kınamak tavır almaktır, tavır almanın ise İslam ıstılahındaki karşılığı "cihad"dır. Bilene malum: Cihadın üç derecesi var; ilki fiilen, ikincisi kavlen, üçüncüsü ise kalben bir şeyi desteklemek veya karşı çıkmak. Öyle günlere kaldık ki kim kimi hangi manada "cihad"a davet ediyor, varın anlayın.

Evet kınamak önemli; ama kınanacak nokta çoktan geçmişse kınamanın anlamı yok; seri vahşetin böylesini Kazıklı Voyvoda da kınardı. Marifet eğriyi doğrudan ayırmakta. Cinayetlerin akabindeki sıcak günlerde değil daha evvelki sakin zamanlarda doğruyu tavsiye etmekte ve yanlıştan kaçınmayı öğütlemekte; asıl tavır da bu, asıl "cihad" da bu.

Zulmü ancak cehalet mazur gösterebilir; zulme muhatap olan -zalimler de dahil- herkes zulmü algılar ancak cehalet zulmü meşrulaştırır. Cehalet ise maalesef ülkemizde hiç kimsenin inhisarında olmayan bir şenaat.

Terörü ve cinayeti lanetlemek marifet değil ki; böyle yapmakla terörü ve cinayeti doğuran iklimi inşa edenleri de lanetliler listesinden çıkarabilir miyiz? Halbuki usuletle kabul etmek gereken gerçek şu; bu ülkede yıllardan beri hemen herkes örtülü veya açık tarzda fiilen, kavlen ve kalben "nekrofilya" putuna tütsü yakıyor. Ölümseverlik veya ölüm sevicilik, bizde nice zamandır ideolojik zeminin oksijeni gibi. İdeolojik bir yüksek maksat uğruna ölümü yücelten her fikriyat, bu ölüm seviciliğe ucundan-kenarından bulaşır; böyle ulvi bir maksat için kendi hayatını hiçe sayabilen insanlar için başkalarının ölümü ise sadece demografik bir meseleden ibaret kalır.

Terörü besleyen faktörler neler? Bu sorunun cevabını epeydir düşünmedik galiba, bir kere daha düşünelim. Bize ne oluyor ki cinayet kasırgasının biri biterken öbürü ayrık otu gibi kendiliğinden yeşeriveriyor. İspanyolların bir Eta'sı var; ya bizim? Saymakla tükenecek gibi değil.

Ölümün ve cinayetin bu kadar yaygınlaşıp vukuat-ı adiyeden sayılır hale gelmesi marazın bulaşıcılığını işaret ediyor; belki de meselenin müşterek kültürümüzün derinliklerinde saklanan vahim bir tarafı var ve belki hepimizin bu nokta üzerinde taze bir dikkatle düşünmesi lazımdır.

Türkiye'de terörden beslenenler sadece münhasıran terör örgütleri olsaydı şüphesiz terörden en fazla zarar gören ezici çoğunluk, onu lanetiyle boğardı; kaç on yıldan beri terörü ve cinayetleri kınayıp duruyoruz; ama hala terör tehlikesi ile yüz yüze yaşayan da biziz. Bu durumda falancalar terörü kınıyor da filancalar kınamıyor diye çetele tutmak düşük bir zihni kategori haline geliyor; terörden zarar görmeyen kim? Cevap: Herkes, hepimiz! Kanında neklofilya virüsü taşımayan kim? Cevap: Herkes, hepimiz!

Terör kenarda dursun, "şiddet" denilen vakıaya bakışımızda namuskarlık açısından bir tutarlılığa sahip olduğumuzu söyleyebilir miyiz? "Filanca kahrolsun, falancaya hayat hakkı yok bu memlekette, zararlı akım, yıkıcı fikir" suçlamalarının ardında nasıl bir şiddet motifi barındırdığımızı görmüyorsak, iş işten geçtikten sonra terörü veya tüyler ürpertici kasaplıkları kınamak anlamsız kalıyor.

İdamı kaldırmak işin kolayı; zaten o naktada bile ne kadar samimi olabildiğimizi biliyoruz; bu memleketin üstüne serpilmiş şiddet tohumlarını meclis kararıyla kaldırabilmek mümkün mü?

Buyurunuz cümleten kendimizi kınayalım, belki salih düşünceye medar ve bir başlangıç olur!