Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Güzel silâhları severim; sadece işlemesi veya süsü ile değil tasarımı ve kalitesi ile de nefes kesecek derecede güzel silâhlar yok değildir, hiç olmazsa içlerinden birini satın alıp muhafaza etmek,

"kara gün dostu" veya "takma yürek" gibi alışıldık avuntularla çoluk çocuğun erişemeyeceği bir yerde saklamak her standart Türk erkeğinin standart emellerinden biridir, "Allah muhtaç etmesin ama benim anam ağlayacağına kötünün anası ağlasın" düsturu, silah edinmenin âmentüsü gibidir. Silâh edinme ve bulundurmanın bundan maada dinî, kültürel ve millî gerekçeleri de yok değildir.

Sevgi, alışkanlık, kültür, âdet, önyargı, moda... ne denilirse denilsin tefrik ve hüküm melekesini dumura uğratan her şey, hakikati gözden nihân eden bir sis perdesinin yerine geçmiş olabilir.

Gündelik hayatın âhenginde silâh çocuklar için karşılaşılması olağan bir nesne değil, ne var ki çocuklar için üretilen oyuncakların büyük kısmını silâh taklitleri meydana getiriyor. Bizim neslin çocukları silâhı sinemayla tanıdı, Teksas, Tommiks, Kinova gibi çizgi romanlarla "silâh kültürü" edindi. Sığırın çene kemiği ile tabanca yerine oynamak, o da bulunmazsa tahtadan kaba saba taklitler imâl etmek, budama mevsiminde söğüt dallarından ok—yay yapmak çocukluk oyunlarının en heyecanlı aksâmıydı.

İlk gerçek tabancayı akşam oturmasına gittiğimiz ev sahibimizin elinde görmüştüm. Gecenin bir yarısında kapıya gelen adama biraz beklemesini tenbih ettikten sonra oturduğumuz odanın toprak döşemesini keserle kazıp, balmumlu bezlere sarılmış üçgen şeklinde bir paket çıkarmıştı yerden. Pas tutup tutmadığını kontrol için bezleri açtığında hayranlıktan nefesim kesilir gibi olmuştu: Pırıl pırıl menevişleriyle göz alan, şarjörlü bir tabancaydı bu. Garipti; bütün kovboylar şarjörlü değil, "toplu" tabanca kullanırlardı.

Karadeniz havalisinde belki daha abartılıyordur ama bizim neslin çocukluğu ve gençliği şu veya bu sebeple durmaksızın köpürtülen bir silâh hayranlığı ile dopdoluydu. Bugünkü gibi aslından ayırdedilmeyecek kadar başarıyla taklid edilmiş oyuncak silâhlar bulunmadığı için içimdeki silâh düşkünlüğünü 'kaleme kuvvet' resimle bastırmaya çalışırdım. Silâhın gerçeği kanunen yasaktı ama bilebildiğimiz kadarıyla övgüye değer bir iş silâhla icrâ ediliyordu: Kitaplar, filmler, çizgi roman kahramanları, Efe hikâyeleri, İstiklâl Harbimiz hattâ Kore Savaşı bile silahla kazanılmamış mıydı? Silâh canı, malı, nâmusu, istiklâli ve haysiyeti korumanın sembolü gibiydi.

Silâh etrafında yaratılan bu dâsitânî kültürün hâlâ canlılığını koruduğunu söyleyebiliriz; bugünün çocukları silâhla tanışmak konusunda bizden daha "şanslı"lar! Televizyon denilen başı ve sonu belirsiz sürecin belkemiğini silâh ve şiddet temaları oluşturuyor. Kötülerin silâhla işlediği kötülükleri, iyiler yine silâhla düzeltiyorlar. Bugüne kadar bildiğim kadarıyla hiçbir ülke, silâh fikrine karşı kültürel ve felsefî derinliği olan bir tavır almadı. Çocukları silâhlardan uzak tutmak için didinen birkaç idealist eğitimcinin gayreti ise pek cılız kalıyor.

Silâh ne işe yarar? Silâh öldürücü bir âlettir ve Hazreti Mûsâ'ya emânet edilen On Emir"den biri de "Öldürmeyeceksin!" ihtârıdır. İnsan varlığının bütünlüğü ve devamı, hemen bütün dinlerin müştereken kabul ettiği bir rükün; hemen bütün kültürler cinâyet fikrini lânetliyor, cezâ kanunları insanların birbirinin fizik bütünlüğüne zarar vermemesi için inceden inceye düşünülmüş önleyici maddelerle dolu. Dünyamızı tanımayan bir "uzaylı"ya bu müşterek değerlerden söz etsek herhalde biz "dünyalı"ların silâh fikrine ulaşamayacak derecede sulhperver ve iyi yaratıklar olduğumuza hükmederdi ama dünyâ ahvâlinden haberdar oldukça bu iyi niyetini dehşet ve şaşkınlıkla değiştirirdi şüphesiz. Doğrusu bu ya, riyâkârlık ve tutarsızlığımızı silâh kadar âşikâr eden başka ne var ki? Haydi bu tutarsızlığımızı kendi vicdânımıza anlatmak için başvurduğumuz "beylik" bahâneleri bir kere daha hatırlayalım: "Silâh, evet öldürücüdür ama aynı zamanda hayat kurtaran tarafı da vardır. Genellikle sivil ahalinin silâh kullanması sert kanunlarla engellenmiştir ama düşmanların tasallutundan kurtulmak için silahlı kamu görevlileri bulundurmak, dünya tarihinin ilk gününden beri terkedilmeyen bir âdet olmuştur." Bahâne listesini çoğaltabiliriz ama bu, insanlığın bilinen ilk zamanlardan beri silahlarla beraber ve onların gölgesinde yaşadığı gerçeğini değiştirmeyecektir; bu bizim en çâresiz, en zayıf ve en öldürücü tarafımız!

Farkedildiyse şimdiye kadar hep tabanca, tüfek gibi "basit" ve tahrip gücü sınırlı silâhlardan söz ettik; halbuki silâh kavramı XX. yüzyılda tüyler ürpertici bir yaygınlık ve tahrip gücü kazandı; artık gemiler bir silâh, uçaklar, zırhlı araçlar, namlu çapı 20 cm.yi geçen devâsâ toplar, kıtalararası hedef vurabilen uzun menzilli füzeler, nükleer bombalar da silâh kavramı içinde. Silâh'ın sadece tabanca—tüfekten ibâret sayıldığı asırlar, Köroğlu devri kadar tarihî bir nitelik kazandı. Dünya ekonomisinin toplam cirosu içinde silâh sanayii artık başta güreşiyor. İlk defa 1. Cihan Harbi'nde devlet adamlarını meşgul eden "top mu tereyağ mı?" sualinin cevabı artık merak edilmez oldu. Öncelikli tercihler daima silâhtan yana kullanılıyor; öyle ki devletlerin ihtiyaç sıralamasında silâhlanma, işsizliğe, açlığa, altyapı eksikliğine, eğitim ve sağlık giderlerine bile göz kırpmaksızın tercih edilir bir âciliyet kazanmış bulunuyor. Beylik tâbirle "evet, tıp hayli ilerledi" ama ölüm endüstrisinin başarılarına yetişmekte âciz kalıyor. Öldürmek kolay, yaşatmak pahalı!

Âdemoğullarının tarih boyunca kurduğu ve övündüğü bütün medeniyetler, silâhların gölgesi altında yeşerdi, barışı ancak çok kısa sürelerle işleyebilen "dehşet dengeleri" ile koruyabiliyoruz: İki düşman güç öyle korkunç ve tahripkâr bir tarzda silâhlanıyorlar ki bir yerde silâha başvurmaktan ürkmeye başlıyorlar; dehşet dengesi işte bu! Eğer kısa süreli barışları dehşet dengeleri ile koruyor ve sürdürebiliyorsak, kurmakla övündüğümüz medeniyetlerin anlam derinliği de o kadar sığlaşmıyor mu? Silâhsız bir dünyada yaşamak niçin herbirimize saçma ve realiteden kopuk bir ütopya gibi görünüyor? Onca büyük ve sanatkâr rûhun yazdığı güzel kitaplar, inşâ ettiği binâlar, onca sanat eseri, kanunlar, anayasalar ve milletlerarası sözleşmelerin temelinde silahların koruduğu âsude zamanların ve hayatların bulunduğunu görmezden gelerek "medeniyet"imizle daha ne kadar gurur duyabiliriz?

Daha güzel bir dünya tasavvur ederken, "silâhsız bir dünya" dilemek lüksüne sahip olmadığımızı bilmeliyiz; bu yüksek fikre ulaşmak için insanoğlunun karşısındaki en büyük engel, yaradılışındaki o müthiş çelişki! Yaşatmak ve öldürmek için insan beyni ezelî bir gayret içinde; insan bu müthiş çelişkiyi uzlaştırmak göreviyle başbaşa kaldığı için derinliği ölçülemez bir varlık. Silâhsız bir dünya tasavvur etmek, ne kadar yüksek bir fikir olsa da son tahlilde abesle iştigâl.

Peki ama hiç değilse o amansız silâhlanma yarışına son vermek ve güvenlik ihtiyacı için bir türlü vazgeçemediğimiz silâhları daha basite ircâ etmek mümkün olamaz mı? Hiç değilse bu kadarını olsun tasavvur etmek hakkımız olsa gerek; öyle bir silâh ölçüsü kabul edilmeli ki, bir silâh, öldürme ve tahrip fonksiyonlarının yanısıra sair zamanda iyi ve hayırlı bir işe de yarayabilmelidir. Meselâ bıçak öldürücü bir silâhtır ama onunla patates, ekmek doğramak da mümkündür ama bir tankla, silah olma vasfı dışında nakliye işi yapmak imkânsız olduğuna göre bıçak serbest, tank ise "centilmenlik hârici" sayılmalı ve yasaklanmalı, bununla da yetinilmeyip, günümüzde artık mânâsını kaybeden ve vahşi bir spor haline gelen avcılık (olta balıkçılığı da dahil) engellenmeli ve ağır suç kapsamına alınmalı; çocuklara ve gençlere silâhın problem çözebildiği kanaatini telkin eden bütün sanat eserleri ve yayınlar kaldırılmalıdır. Tabanca tüfek gibi sivil ahalinin de kısmen bulundurmasına izin verilen bütün ateşli silahlar toplatılıp imhâ edilmeli ve teorik olarak kalleşliğe imkân verdiği için metal aksâmı eritilip, çatal kaşık imâlinde kullanılmalıdır. Sadece kol gücüyle işe yarayabilen kesici ve delici silahlarla techiz edilen ordular, "ateş gücü"nden ziyade her askerin bedenî metânet ve maharetine dayanan beden eğitimi ile güçlendirilmeli, hattâ bu konuda yeni bir Cenevre sözleşmesi akdedilerek bütün devletlerin imzâsına açılmalıdır.

"Yunan tankla teyyare ile bastırıp gelirken biz kılıç—kalkan ekibi ile mi karşı koyacağız?" sualinin muhatabı ben olmasam gerektir. İnsanlık, silah meselesinde bir kalleşliğin zebûnu olmuş ve zamanla kalleşlik, kalleşlik olmaktan çıkıp herkesin gücü nisbetinde onayladığı "balistik" bir hüviyete bürünmüştür. Saçmaladığımı düşünebilirsiniz, aslında ben de tatbiki mümkün şeyler ileri sürmediğimin farkındayım ama işbu saçmalık, "silâhın gerekliliği" için ardarda dizdiğimiz ve aslında inanmadığımız o meşhur bahânelerden herhalde daha çok tutarlı ve haysiyetli olsa gerektir. Bazen aykırılığı farketmek için, aykırı haller tasavvur etmelidir; daha doğduğu andan itibaren çok yaygın, etkileyici ve belirleyici bir silâh propagandasına mâruz kalan nesillere, daha farklı ve insânî boyutlar taşıyan bir dünyâ inşâ edilebileceği başka nasıl anlatılabilir ki?

"Güzel silâhları severim" diye başlamıştım ama bu cümledeki mantık hatâsını artık hepimiz farkedebiliyoruz: Silâh güzel değildir ve eğer medeniyet fikriyle övünmeye kararlı isek, bu medeniyetin "siyofil" yani, hayattan ve yaşatmaktan yana değerleri var gücüyle desteklemesi gerekir.