Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bugün 19 Mayıs, Gençlik ve Spor Bayramı… Bu yazıyı kaleme alırken, devlet protokolünden ve lise müdürlerinden başkaca kimselerin pek ilgilenmediği bayram telâşesi yatışmak üzereydi ve Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen görüntülerin internete düşmesinin üstünden henüz on gün bile geçmemişti.

Hepsi on gün...

Bu on gün zarfında Türkiye’de alışılmadık işler oldu; durumu iyi kavrayabilmemiz için soruyu şöyle düzenlemek gerekiyor:

-Mayıs ayının başlarında falcıya gitseydiniz; falcı, kahvenizin telvesine uzun uzadıya baktıktan sonra, “Sizi bilmem fakat birkaç güne kadar ana muhalefet partisi lideri, mahrem görüntüleri yüzünden dört gün içinde genel başkanlıktan çekilecek; aradan üç gün geçmeden Kemal Kılıçdaroğlu adaylığını açıklayacak ve neredeyse bütün CHP teşkilatının desteğini alarak kurultayda genel başkanlığını kesinleştirecek” deseydi, siz o falcıya inanır mıydınız?

Yerde yağız yer delinmese, üstte mavi gök çökmese böyle bir kehânete kim inanırdı Türkiye’de?

Ben inanmazdım; fal ve kehânet işlerinden zaten hazzetmem ama diyelim ki memleketin derin siyaset uzmanlarından biri böyle bir senaryo yazmış olsaydı, “Haydi oradan kardeşim, başka işin mi yok?” diye tersler, sonra da, “Şuna uzaktan bakan adam zanneder; hiç böyle şey olur mu yahu?” diye homurdanırdım.

Düşünün, böyle bir senaryonun gerçekleşmesi için:

-Mazbut aile reisi olarak Baykal’ın birtakım gönül işlerine eğilim duyuyor olması,

-Bilahire bu tasavvurunu kuvveden fiile geçirecek bazı faaliyetlere girişmesi, bu faaliyetlerin birileri tarafından kayda geçirilmesi,

-O kişilerin uygun zaman kollayarak görüntüleri internete düşürmesi,

-Ardından dört gün sonra Baykal’ın dramatik bir konuşma yaparak CHP genel başkanlığından çekilmesi,

-Birkaç gün tereddüt ve zemin yoklamasından sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun başkanlığını açıklaması,

-Ve hemen ertesi gün CHP il teşkilatlarından neredeyse tamamının Kılıçdaroğlu taraftarlığına, olağanüstü bir hızla ikna olması gibi her biri başlı başına “Olmaz böyle şey” dedirtecek işlerin hakikat olması gerekiyordu.

Böyle bir falcı hiç olmadı; bugüne kadar böyle bir siyasi tahmin veya analiz hiç duymadım ama olmaz dediğimiz işler oldu. Öteden beri “kurultay uzmanı” olarak tanıdığımız, rakiplerini son dakikalarda boş düşürerek sert bir elense veya künde ile alaşağı etmesine alıştığımız Baykal, bugün itibariyle mahzun ve terk edilmiş bir siyasi figürdür.

Ama bir ihtiyat payı bırakalım yine de; siz bu satırları okuduğunuzda takvimler 24 Mayıs Pazartesi’ni gösteriyor olacak ve netice açıklanacak: CHP kurultayında “kurultay uzmanı” Baykal’ın, siyasi melekelerini kullanarak Kılıçdaroğlu’nu tarifsiz kederlere gark etmesi hâlâ ihtimâl dahilindedir ama bugünden görünen öyle bir ihtimâlin pek zayıf olduğudur.

Uzmanlar öyle söylüyor...

On gün öncesine kadar “Sayın Baykal yaşıyorken onun haricinde bir insanın, Mustafa Kemal Atatürk’ün tahtına oturduğunu görmektense intihar ederim” diyen yüzlerce CHP’li, bugün Kılıçdaroğlu’nun listesinde elverişli bir iskemle bulabilmek için olanca siyasi maharetini devreye sokmuş durumdadır.

Siyasetin “kanlı bir spor” olduğunu düşünürdüm ama bu kadar sert bir spor dalı olabileceğini hiç akla getirmemiştim.

Yıllarca öğrencilerime ders esnasında siyasetin pratiğine dair misaller anlattım; “Bizim siyasete bakışımız bekârın eşini boşaması gibidir çünkü biz kavanoza dışarıdan bakıyor ve içerde olup bitenleri anlamaya çalışıyoruz; siyasetin pratiği, iktidar dediğimiz olağanüstü güçlü ve çekici elektriğe bizzat dokunmak demektir, o yüzden siyaset hakkında bildiklerimiz her zaman teoride kalmaya mahkumdur” fikrini yerleştirmeye çalıştım. Teorik olarak siyasette böyle hızlı ve şaşırtıcı bir sürprizin gerçekleşebilme ihtimâli asla gözden ırak tutulamaz ama yine de şaşırıyor insan.

Siyasette vefa yok, siyasette isme ve şahsa bağlılık yok.

Hattâ ve hattâ, siyasette bir fikre behemahal bağlı kalmak gibi bir mecburiyet bile yok. Fikir adına siyaset yapanların, zamanı geldiğinde fikirlerini nasıl restore ettiklerine defalarca şahit olduk.

Siyaset, “iktidar”a, yani güce yakınlaşma, onu kullanabilme hüneri; bu uğurda gerekiyorsa önceden kabul edilmiş prensipler, yemin-billah edilerek verilmiş sözler unutulabilir, hattâ inkâr bile edilebilir; bunları biliyor ve yine de şaşırmaktan kendimizi alamıyoruz.

Topu topu bir hafta içinde bu kadar hızlı değişiklik nasıl gerçekleşebildi?

On gün öncesine kadar CHP ve Baykal çizgisinde arslanlar gibi duran Doğan Grubu’na bağlı gazetelerin yazarları, nasıl olup da iki gün içinde saf değiştiriverdiler?

Skandal patlayınca ilk iş olarak meseleye ahlâki bir vizyon kazandırarak, “Bu görüntüleri siyasi malzeme olarak kullanmak ahlâksızlıktır; hattâ imâ yollu da olsa bahsetmek çok ayıptır; hepimiz bu hadise olmamış gibi davranmalıyız” diye herkese talkın veren bazı yazarlar, aradan bir hafta geçtikten sonra, görüntülerin doğurduğu fiilî sonuçları alabildiğine sömürmekte birbirleriyle yarışmaktalar.

Siyasetle uğraşanlar, güç uğruna hızlı karar değiştirmekte mâzur sayılabilirler ama gazeteci-yazar takımının aynı anafora kapılıp sürüklenmesi doğrusu pek tuhaf kaçıyor. Basının yeri ve görevi siyasete müdahale raddelerine kadar varmamalı.

Olup bitenler, Roma’nın birinci konsülü Sezar’ın Senatoda siyasi muhalifleri tarafından çembere alınarak hançerlenmesinden farksız. Sezar, saldırıya uğradığı esnada evlatlığı ve çok yakını Brütüs’ün de kendine hançer vuranlar arasında olduğunu görünce hayret ve acıyla, “Sen de mi Brütüs?” diye sormaktan kendini alamamıştı. Tarihçiler, Sezar’ın bu sorusuna ancak utanç dolu bir suskunlukla karşılık veren Brütüs’ü gördükten sonra,

-Öyleyse öl Sezar! diyerek harmaniyesini başına çekip son nefesini verdiğini söylüyorlar.

Baykal’ın Brütüs’leri, bugün Kılıçdaroğlu’nun yanındadır; kimsenin ahlâki bir ahkâm çıkarmaması gerektiği yolunda sağa-sola vaaz veren çevreler, bugün “Kral öldü, yaşasın yeni kral” yazıları kaleme alıyorlar.

Siyaset Brütüs’lerle yapılıyor ve bu ürkütücü gerçek siyasi sürecin en büyük gerçeklerinden biri; bu gerçek ihmâl edilince siyasetin tabiatını anlamak mümkün olmuyor, bir şeyler eksik kalıyor.

Ve bu yüzden siyasette ahlâki umdeler, işe yaradığı sürece değer görüyor. O yüzden, 16. asrın büyük siyaset bilimi yazarı Makyavel, hâlâ, meşhur eseri “Prens”i henüz dün kaleme almış gibi kendini okutabiliyor.

On gün öncesini düşünün ve bugünün gazetelerine bakın; Makyavel’i hâlâ okumamış olanlar hiçbir şey kaçırmış sayılmazlar aslında.