Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Meseleyi nereye bağlamalı; irrasyonel davranmak sadece siyasilerimize mahsus bir zaaf mı, yoksa hepimiz aynı zaaftan bir miktarını uhdemizde bulunduruyor muyuz? Siyasette hata yapmakla siyasi hata ilk bakışta farklı şeylermiş gibi görünüyor ama asıl sorulması gereken soru, "siyasette hata" kapsamına nelerin girmesi gerektiğidir.

Senenin ikinci yarısından beri, o güne kadar sağduyulu, temkinli ve siyasette yanılmaz intibaını veren hayli insanın hata yaptığı kanaatine kapılınca aklıma, "belki de yaptıkları hata değildir ve meselenin bizler tarafından görülemeyen bir boyutu vardır" diye düşünmeye başladım.

Yaz ortalarında bir gün Başbakan Bülent Ecevit, "mâbeyn başkâtibi" denilecek ölçüde güvendiği ve yakın bulduğu Hüsamettin Özkan'ı çağırarak kısa süreli bir konuşma yaptı ve siyasi hayatımızda deprem başladı. Bu görüşmenin ardından Hüsamettin Özkan partisinden ayrıldığını açıkladı. Bizler o esnada bu davranışı birbirine baba—evlât mesâbesinde yakın ve muhabbetkâr iki insanın ihtilâfı olarak gördük ve garipsedik. Ne var ki iş o kadarla kalmadı ve DSP grubunun neredeyse yarısı peyderpey partilerinden ayrılınca Özkan'ın istifasının pek de tesadüfi olmadığı ortaya çıktı.

Bir bildikleri olmalıydı; bizim gibi sıradan insanların bilemediği şeyler...

Siyaset dünyasını yakından tanımayan ama herkes gibi üstünkörü bir kanaat sahibi olan her insan gibi ben de Hüsamettin Özkan'ı her hâl ü kârda sabırlı, kararlı, partisine ve liderine son derece sâdık, becerikli ve iknâ etme sanatının ustası bir insan olarak görürdüm. Meşhur şubat krizinde, MGK üyelerinin gözü önünde Cumhurbaşkanı'nın önüne Anayasa kitapçığı fırlatması ve onun nankörlüğünü iddia eden sözler sarfetmesi, kendisine gıyâbında duyduğum saygıyı hayli azaltmış olsa da Özkan'ın kolay aldanmaz ve aldatılmaz bir yapıya sahip olduğunu sanıyordum.

Bir süre sonra İsmail Cem de, Özkan'ınkine benzeyen bir azarlanma sürecinden geçerek partisinden ayrıldı. İstifasından bir saat önce kime sorsanız Cem hakkında hiç düşünmeksizin, "her zaman Cumhurbaşkanlığına aday gösterilecek kadar dirayetli, dışişlerinde geçirdiği beş yılın verdiği tecrübeyle zenginleşmiş, yumuşak tabiatlı ve güvenilir bir insan" tabirlerini kullanmaktan çekinmezdi.

Onlar ki umur görmüş insanlardı; bilmediklerimizi biliyor, görmediklerimizi görüyorlardı; çevreleri çok genişti; bir hata yapsalar bile Türkiye'nin elit tabakası içinde yer alan dostları, onları anında ikaz ederlerdi...

O günlerde aslında neler olup bittiğini belki yıllar sonra öğrenebileceğiz ama şimdiden âşikâr görünen gerçek odur ki "hata yapmaz" diye bildiğimiz ve yılların tecrübesine sahip insanlar, icabında Anadolu'da herhangi bir köy kahvesi sakinlerinin rahatlıkla görebileceği şeyleri farkedemeyip, moda tabirle "boş havuza atlamışlardı". Seçimlerin ne getireceği bilinmez, ne var ki DSP'den ayrılanların kurduğu Yeni Türkiye Partisi'nin barajı geçmesi herkes için büyük sürpriz olacaktır. Mesele şu; kuracakları partinin ilk seçimde baraj engeliyle karşılaşacağını bilseler, o gün yine aynı şekilde hareket ederler miydi?

Yeni partinin kurulduğu ilk günlerde, birikimine ve meslek görgüsüne güvendiğim bir gazeteci arkadaşın da aynı parti saflarında siyasete soyunduğunu duydum; sâkin kafayla masa başına oturduğunda Türkiye'nin geçmişine ve geleceğine dair pek kıymetli tahliller yapabilecek bu dostumuz, nedense iki gün sonrasını görememişti. Geçenlerde onu televizyonda liderinden bahsederken "sayın genel başkanım" ibaresini kullandığını farkedince, sihrine kapıldığı dünyanın ona ne kadar çekici geldiğini anlamaya çalıştım; şaşırdım.

Hayır, bu ifade benim için tam da bu noktada klişeleşmiş bir saygı belirtisi teşkil etmiyor; sadece kanaatlerinden başka efendi tanımayan nitelikteki insanların, kendilerine nasıl kolayca efendi veya üst makam inşa edebildiklerini göstermesi açısından şaşırtıcı... Hele o curcuna esnasında akıntıya kapılıp —kimbilir ne hayallerle— partisinden kopan bir milletvekilinin geçenlerde kamuoyuna açık özür mektubu yayınlayarak eski genel başkanından af dilemesini hatırlayınca hayretim daha arttı. Meseleyi nereye bağlamalı; irrasyonel davranmak sadece siyasilerimize mahsus bir zaaf mı, yoksa hepimiz aynı zaaftan bir miktarını uhdemizde bulunduruyor muyuz?

Siyasetin, bilmediğimiz bir kimyâsı, hatta bir efsûnu var ki biz sıradan insanlar ondan haberdar değiliz; "Küskünler" diye bilinen milletvekili topluluğunun her biri, sair zamanda yaptıkları şeyin en azından centilmenlik harici bir davranış olduğunu teslim ederlerdi ama siyasetin büyülü dünyasından ayrılmak, onlara ne kadar zor gelmiş olmalı ki, kamuoyu nezdinde hiç de hoş karşılanmayacağını bile bile küskünler hareketi içinde yer aldılar. Yaşları seksene geldiği halde hâlâ bir delikanlı heyecanı ve tazeliği ile siyasete tutunmaya çabalayan eski kuşağın davranışlarından, ömründe ilk defa siyasete atılmayı düşünen acemilere kadar siyaset herkesi sihri altına alıyor.

Sözünü etmeğe çalıştığım hatalar, rasyonel insanların normal şartlar altında kapılabileceği türden şeyler değil; neredeyse bu câzibenin esoterik (bâtınî) bir vechesi olduğunu vehmedeceğim geliyor.

AKLINIZDA BULUNSUN:

MAVİ KUŞ

Hikâyeci Mustafa Kutlu, yazı hayatının en verimli devrini yaşıyor. Son hikâye kitabı Mavi Kuş'un henüz mürekkebi bile kurumuş sayılmaz. Mustafa Kutlu benim için müstesnâlardandır; her yeni kitabını elime aldıkça "bitmese de birkaç gün daha okusam" hissine kapıldığım türden bir yazardır. Kolay okunmak, yazarlıkta "sehl—i mümteni" diye adlandırılmaya lâyık bir kabiliyettir bana göre; nice bin zahmetle ele geçirilmiş bir ustalık. Ve bu yüzden Mustafa Kutlu —Allah hayırlı ömürler versin— daha sağlığında edebiyatımızın hikâye vadisinde kendisine müstahkem bir köşk inşâ edebilmiş bir sanatkârdır.

Mavi Kuş'u, —her ne kadar ertesi güne tehir etmeye çalışsam da— bir günde okuyup bitiriverdim. Nasıl anlatmalı; son iki sahifesine kadar bir Mustafa Kutlu klasiği; ne var ki son iki sahifesinde okuyucuyu bir sürpriz bekliyor ve bu sürprizin ne olduğunu buraya yazmak doğru olmaz. Güzel olmasına güzel ama benim gönlüm, yazarın hep "Uzun hikaye" gibi eserler vermesinden yana; evet, biraz bencillik ettiğimin farkındayım ama benim için böyle. Bilmem kitabı okuyup bitirdikten sonra sizin kanaatiniz ne olurdu; doğrusu bilmek isterdim!

Mustafa Kutlu, Mavi Kuş, Dergah Yayınları, İstanbul, 2002, (205 s)

FIKRA:

TANIDIK

Delikanlı, nişanlısına çok değerli bir yüzük hediye etmişti ama belki de bu yüzüğü en az nişanlısı kadar önemsiyordu. Birgün belki yüz defa tekrarladığı soruyu yeniden tazeledi nişanlısına, "nasıl" dedi, "arkadaşların da beğeniyorlar mı yüzüğü?"

Genç kız öfkeyle yüzünü buruşturdu, "Ne demezsin, içlerinden dördü, hediye ettiğin yüzüğü tanıdı bile!"

SÖZ:

"Mutluluk bilginin kendisinde değil, edinilme sürecindedir."

Edgar Allen Poe

ALINTI:

"Ev, insan yaşamında kazanılmış şeylerin korunmasını sağlar, bunları sürekli kılar. Ev olmasaydı insan dağılır giderdi. Ev, insanı gökten inen fırtınalara karşı olduğu gibi, yaşamında yaşadığı fırtınalara karşı da ayakta tutar. Aynı zamanda hem beden hem ruhtur. İnsan varlığının ilk evrenidir. Üstünkörü metafiziklerin öğrettiği insan 'dünyanın ortasına bırakılmadan önce' evin beşiğine yatırılır."

Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, Kesit y. (Çev: A.Derman), İst., 1996, s. 34