Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Insan kac hayat yasarsa, o kadar miktarda olur diyen adam kimdi hatirlamiyorum; ama bu nukteden hareketle "kac hayat" yasadigimizi sorgulayabiliriz; ic ice gecmis, yan yana duran, birbirinden habersiz kac hayati surukluyoruz ve esasen bu hayatlardan hangisine aitiz? Zannimca bu muskul suale salih ve sahih bir cevap bulabilenlerin sayisi nadirattan olsa gerektir. Braveheart filminin kahramani da oyle soylemiyor muydu: "Her insan olumludur; ama bazilari yasamaz bile!"

Zihnimizi tesevvuse, iradeyi ye'se, mantigi sukuta ugratan o malum haber bombardimaninin uzaginda, gazetelerin ikindi sularinda bin bir naz u piyazla tesrif ettigi, orta dalgadan Slav ve Arap dillerinde yayin yapan istasyonlardan baska radyo frekansinin erisemedigi, voltaj zikzaklari sebebiyle televizyon cihazlarinin dantelali ortu tasimaktan maada hicbir ise yaramadigi bir beldede insan hayretle fark ediyor ki cogumuz icin en azindan iki farkli hayat soz konusu: Ilki, merkezinde medyanin yer aldigi ve cevresindeki her seye zalimce tahakkum ettigi guya "iletisim eylenebilen" bir hayat; daha dogrusu haberin soyle veya boyle elektronik sinyallere donustukten sonra servise girdigi bir dunya. Bu dunyada hadisenin kendisi ile onun haber bicimine donusmus hali arasinda sadakat aramak abes. Olup biten her sey, bu batil dunyada para ve guce donusebilme gucuyle kiymet tasiyor; dogumun, olumun, hastaligin ve hatta askin bile bu kriterle degerlendirildigi batil bir dunya bu.

Bir de teknolojik azginlik ve arsizligin henuz nufuz edemedigi bir dunya daha var; Robinson Cruose'unki kadar olmasa da dunyaya kapali, sade ve -belki yadirgayacaksiniz ama- dereden akan sularin hala icilebildigi (*) bu dunyanin en guzel hususiyeti, vazgecilmez sandigimiz her seyin ikame edilebilir olmasi. Hin-i hacette, is basa dustugunde gundelik hayatin "olmazsa olmaz" sandigimiz ayrintilarinin pekala ihmal edilebildigi ve her seyden muhimi, elektronik sinyallerle tasinan -ve tabii tabiati bozulan- haberlere muhtac olmaksizin yasamanin mumkun oldugu bir yer.

Gunlerden sonra ilk defa karsilastigim gazeteyi istimlak eden haberler, medyatik dunyanin gercek dunya yaninda ne kadar ihmal edilebilir oldugunu hatirlatiyor; gazete okumadan, televizyon seyretmeden hatta bir telefon telinin oteki ucunda bulunmadan sahih ve salih bir hayatin gecirilebilecegini teorik olarak hep biliriz ama "ayn'el yakin" gormenin tecrubesi baska.

Kac hayat yasanirsa yasansin hepsinin anahatlariyla sasilacak derecede birbirine benzemesi ne kadar hazin; "Gokkubbe altinda soylenmedik hicbir sey yoktur." hukmu ne kadar dogru. "Yeni bir sey degil; ancak farkli bir sey"in terennum edilebilecegini soyleyen adam da kitabin orta yerinden konusuyor suphesiz. Yasadigimiz butun hayatlarin ana fikri ve temel hatlari ayni; oyleyse daha sade ve sahih olanini tercih etmekte isabet var.

Bahsettigim ne yeni, ne de farkli bir sey; kabuslar icinde salih bir ruyayi hatirlamak arzusu belki.

Ve kulaklarimda eski bir turkunun ugultusu; "sobalarinda kuru mese..."

(*) "Cennet vatan"imizda suyu hala icilebilir kac dere, kac cay kaldi; hangi akarsuya avucunuzu daldirip susuzlugunuzu cekinmeden teskin edebilirsiniz? Ara sira soluklanip geriye bakmakta fayda var; hayati kolaylastirmak ve guzellestirmek namina tutundugumuz her "care"nin kendisi careye muhtac. Haberdar olmak guzel; ama hicbir sey ruhun "sahihlik" ihtiyacinin onune gecemiyor. Medyanin "imal-i fikr" ve insa ettigi dunya ise temelini sadakatsizlige ve olgularin tabiatini degistirmeye dayayarak ayakta durabiliyor. Dunyevi isler ve ilimler icinde yeterince sadelestirildiginde ve basite irca edildiginde insana sadakat gostermeyecek, yani anlasilmayacak hicbir sey yok. H.D. Thoreau "basitlestirin, basitlestirin, basitlestirin" derken boyle bir sahihlik arayisinda olsa gerekti. Akarsularin icilebilirligi, isbu basitlik ve sadelik ihtiyacinin en sade temsili gibi gorundu bana.