Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Birikim dergisinin son sayısının kapağı, ilginç bir başlık taşıyor: "Bir bozgunun arkaplanı". Konuyla ilgili dosya yazılarından anlaşılıyor ki, "bozgun"dan kasdedilen, sol fikriyatın hâl—i hâzırıdır. Solcular arasında otokritik gayreti bir gelenektir. Doğrusu tenkid okunun bu kadar içeriye yöneltildiğine hiç şahit olmamıştım; hükmümü sübjektif bulanlara hürmetle belirtebilirim ki solcular, otokritiği hep belirli bir örgüt içinde bulunan solcuların, örgüt amaçlarına niçin lâyıkıyla hizmet etmediğini sorgulamak için kullanırlardı ve netice itibariyle bu hasbî bir iç tenkid olmaktan ziyade, örgüt içinde tasfiyeyi kolaylaştıran ve çabuklaştıran bir itiraf mekanizması gibi çalışırdı.

Her tenkid, gücünü samimiyetinden ve çerçevesinden alır; Birikim gibi itibarı yüksek bir sosyalist mahfilde başlatılan bu tartışma, muhtevası itibariyle bende samimi bir intiba bıraktı. Tartışılan şey, herhangi bir örgüt çerçevesinden çok daha geniş olmak üzere sol fikriyatın 20. yüzyılın son senelerinde uğradığı itibar kaybı ve dayanıksızlığıdır.

Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyet blokunun yıkılmasından sonra solcular, canhıraş bir gayretle şu kurtarıcı formüle sığınmak ihtiyacı hissetmişlerdi: "Evet Sovyet imparatorluğu çöktü, çünkü çok kötü uygulanıyordu ve başarılı olmak ihtimâli de yoktu; halbuki Sosyalizm bugüne kadar dünyanın hiç bir yerinde ciddi ve samimi bir uygulama şansı bulamadı ve asla ölmez". Bu te'lif tarzında doğrular vardır elbette ama netice itibariyle bir "bahane" olmaktan ileriye gidemiyor. Özellikle Türkiye'de solun maruz kaldığı gerileme, derginin başlığındaki "bozgun" teşhisini doğrulayacak kadar derin ve müessir oldu. İşte bu dosya, "bozgun" hakkında içerden yapılan tenkid ve nefis murakabesi denemelerini bir araya getiriyor.

İtirazcı sol geleneğin tenkidi

Birikim'in genç, kadim ve mühim yazarlarından Tanıl Bora'nın tenkidi, solun müzmin alışkanlıklarından birisi üzerine yoğunlaşıyor: "Muhalefet, protesto, gösteri, gösteriş" başlıklı yazıda, sola mahsus itiraz geleneğinin inandırıcılık zaafıyla mâlul olduğu kabulünden hareketle, "söyledim ve ruhumu kurtardım tatmininin bir adım ilerisine geçebilmek için, itirazın nedenini, tepkinin saiklerini ifade etmek, temsil etmek" gerektiği ifade ediliyor; "Yoksa itirazın, vicdani tepkinin üçüncü şahıslarca anlaşılırlığı riske girer, bir çağrıya dönüşmesi imkânsız olur."

Solcuların protesto gösterilerini takvime bağlayarak siyasi eylemin rutine dönüştüğünü ve içinin boşaltıldığını ileri süren Bora, tören niteliği kazanan eylemlerin âyin benzeri bir ruhânilik kazandığını ve böylece ve solun gelenek kırıcı fonksiyonunun dumura uğradığını da belirtiyor. Solcuların zaman içinde orta sınıf refah seviyesine terfi etmesiyle protesto ve muhalefet gösterilerinin bir nevi burjuva refleksine dönüşmesine, "hobici aktivizm" tarzının modalaşmasına işaret eden Tanıl Bora şöyle diyor: "Endişe edilecek şey, orta sınıfa özgü tuzukuruluğun, bencilliğin, konformizmin, muhalefet davranışını belirler hale gelmesidir." Önemli tenkidler bunlar, çünkü daha önce bu dozda ve seviyede seslendirildiğine pek şahit olunmamıştı. Eylem kavramının yanlış yorumlanmasıyla göstericiliğin solculukla aynı şey gibi anlaşıldığı bir sol iklim hüküm sürüyor; bu noktada göstericiliğin kendi başına bir gaye haline geldiği tesbitinde bulunmak önemlidir; kezâ gösterilerin "kendi söyleyip kendi dinleyen" mahiyetiyle insanları sahici toplum ilişkilerinden koparması, bu tip gösterilerde klişe haline gelen "bağırma" davranışının artık "bire bir" konuşmalara dönüşmesi de yazarın tesbitleri arasındadır.

Şıklık olarak muhalefet

Asena Gürel'in dergideki yazısı aynı başlığı taşıyor ve protesto gösterisi düzenleyerek "medyada ses getirmek" amacının giderek her şeyin önüne geçtiğinden yakınıyor. Yazara göre muhalefetin bir takım semboller üzerinden yürütülmesi bir dereceye kadar tabiidir ama bugünlerde solcu gençlerin tükettiği semboller, siyasi anlamdan ziyade bir "jest" olarak değer kazanmaktadır. Böylece liseli veya üniversiteli bir takım gençler kendilerini hem siyaset yapıyormuş gibi hissetmekte ama aslında siyasetin zahmetli alanlarından uzak durmaktadırlar. "Aşağıdakiler"le temas bir sol kavramı olmaktan çıkmış, yoksullarla aynileşme unutulmuştur. İnternet üzerinden iletişim eylemi yapmak onlara daha kolay ve tatminkâr gelmekteyse de bu eylemin sonuç itibariyle internet teknolojisi kullanabilen azınlığa hitab ettiği unutulmaktadır. Yeni muhalefet tarzı insanlara teması zahmetli bulmakta ve "keyif" kavramını önde tutarak yürümeyi tercih etmektedir. Türkiye'de solculuk şimdilerde "yaşam tarzı" solculuğu haline gelmekte ve solcular kendilerini mücadelenin aktif öznesi olarak hissetmek yerine sadece kendi hayatlarında farklılıklar inşa etmekle yetinmekte, sistemin değiştirilebileceğine inancını çoktan kaybetmiş oldukları için bilinçli bir tüketici olmak kolaycılığına saplanmaktadırlar; bu davranış kalıbının gizli bir ismi vardır: "Kendini gerçekleştirmek", yani toplumsallıktan ziyade ferdi planda kurtuluşu önemseyen bir yaklaşım.

Yazar, son yıllarda muhalif gençlerin kendilerini "solcu" diye tarif etmemelerini çok vahim buluyor ve solun, tenkidci enerjiyi kendine celbedecek parlaklıktan mahrum kaldığını düşünüyor; bunun başlıca sebebi, Türkiye'de solun kendi geçmişiyle yeteri kadar hesaplaşmamasıdır: "Solun kitle nefreti ve yoksullardan uzak duruşu da, alt sınıf gençlerinin (sola) eklemlenişinin önünde bir engel"dir. Kendilerine solcu demekten kaçınanlar, antikapitalizmi siyasi bir proje olarak benimsemekle yetinebilmektedirler!

Sol dil meselesi

Asena Gürel'in "sol dil" hakkındaki tesbitleri de bana çok ilginç göründü, şöyle diyor yazar: "Türkiye'de sol politika dilinin, muhatabıyla karşılıklılık ve alışveriş gözetmeyen, narsisist ve soğuk bir dil oluşu üzerinde kafa yormak ve politika yapma tarzımızın ufkunu da belirleyecek olan yeni bir dil geliştirmek, sol sıfatını reddetmekten daha zor ancak çok daha ön açıcıdır."

Yazarın bu noktada lisandan ziyade "retorik"ten bahsettiği açıktır; halbuki Birikim ciltlerini dolduran yüzlerce yazının işaret ettiği ama bir solcudan bu güne kadar pek duymadığım bir başka zaaf daha var; bu zaaf, solcuların Türkçeyi pek kılçıklı, zahmetli ve yorucu (bol parantezli, tireli, eğik çizgili, ve—veyalı ifade klişeleri) bir dil tekniğiyle tasarruf etmekte gösterdikleri müşterek üslûptur. Teorik tutarlılığı kaçırmamak endişesi, yaşayan Türkçe içinde bir "sol dil" zevkinin ve üslubunun kıkırdaklaşmasına yol açtı; aynı dilin, meselâ İslâmiyat dergisi gibi mahfillerde aynen tercih görmesi hayret verici ve uzun uzadıya şerhedilmesi lazım gelen bir lisan meselesidir; şimdilik geçiyorum.

Vasati solcunun akidesi

Süreyya Tamer Kozaklı daha bedbin; "Türk solunun hâl—i perişanı" başlıklı yazısına, "Türkiye Solu, bütün kavramsal, siyasal, örgütsel ve kadro(sal) birikimiyle iflâs etmiştir" cümlesiyle başlıyor. Ona göre iflâs psikolojisi, solcuların bir kısmını milliyetçilik ve sınıfçılık sentezi bir cankurtaran simidine sarılmaya itmiştir: "Ama söylemek gerekir ki bu iflâs bizlere müstehaktır, hatta az biledir!". Kozaklı, "Sovyetler öldü ama sosyalizm yaşıyor" efsanesine pabuç bırakanlardan biriymiş gibi de görünmüyor, ona göre, "12 Eylül'ün baskıcı koşullarının yarattığı bunalım, Sovyet sisteminin çöküşü ile birlikte derinleşmiş ve sürece damgasını vuran neoliberalizm solun iliğini kemiğini kurutmuştur". (...) "Bugün Türkiye solunun bastığı sosyolojik zemin, büyük ölçüde eskilerin tabiri ile küçük burjuva, yeni tabir ile orta sınıf koordinatları arzetmektedir. Ne var ki bu koordinatların sunduğu imkanlara rağmen solun teorik düzeyi fena halde sakildir"(...) "Hayat karşısında kelimenin kötü mânâsıyla şairane bir tutum, vıcık vıcık bir duygusallık, vasatî solcunun akidesi olmuştur."

Yaptığım özetlemelerin, yazarları tarafından pek de hakşinas bulunmaması muhtemeldir ve bu tenkide saygı duymak gerekir. Birikim'in son sayısında (Şubat 2003, S:166), özellikle bozgun dosyasında yer alan yazıların tamamını aktarmak benim için fiilen imkânsız. Konuya ilgi duyanların dergiyi edinmelerini tavsiye ederim. Bu tenkidlerin yerde kalmayacağını, daha geniş tartışma halkaları biçiminde yaygınlaşarak Türk Solu'na yeni bir soluk borusu, hatta yeni bir akciğer inşa edeceğini ümid etmek istiyorum. Türkiye, solun en ucuza harcandığı ülkelerden birisi oldu; sola evrensel haysiyetini kazandırmak, bugünün sol kuşaklarına düşen bir görevdir.