Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Anayasa"nın ikinci maddesinde devletin temel nitelikleri sayılırken laikliğin yanısıra iki kavrama daha yer veriliyor; "demokratik devlet" ve "sosyal hukuk devleti". Laiklik, devletin demokratik ve hukuk devleti olmak özellikleri içinde gerçek mânâsını ve hayatiyetini bulan bir kavram. 1982 Anayasası"nın 118. maddesiyle düzenlenen Milli Güvenlik Kurulu, normal şartlar altında düşünüldüğünde "olması gereken" bir devlet cihazı:

Her ayın son haftasında devletin en üst yetkililerinin müştereken hazırlanmış bir gündemle bir araya gelmesi, milli güvenliği ilgilendiren konularının gözden geçirilmesi tabii ve gereklidir. Şüphesiz öteki ülkelerin de MGK"ya benzer kurulları var ve üç aşağı-beş yukarı aynı fonksiyonu yerine getiriyorlar. Teorik planda MGK"nın varlığında ve gerekliliğinde ihtilâf olduğunu sanmıyorum. Mesele, kanunla hayat arasındaki mesafede. Kanunlar Türkiye"nin demokratik bir ülke olduğunu vurguluyor ama uygulamalarda demokratik bir görüntü sergileyemiyoruz. Her defasında "Türkiye"nin kendine mahsus gerçekleri" dediğimiz bir kavram devreye girerek yönetim üslûbumuzu sertleştiriyor ve kanunları -bir mânâda- muallâkta bırakıyor. Örnek verelim; Anayasa"nın 117 maddesine göre Genelkurmay Başkanları, "bu görev ve yetkilerinden dolayı başbakana karşı sorumludur", atanmaları, Bakanlar Kurulu"nun teklifi ile Cumhurbaşkanı tarafından yapılır. Bu hükümlerin işaret ettiği ve demokratik ülkelerde yaygınlaşmış siyasi teamüle göre Genelkurmay Başkanları Başbakan"a, yani seçilmişler tarafından teşkil olunan sivil yönetime bağlıdır ve onlara karşı sorumludur. Bizdeki uygulama, bunun tam tersi görüntü veriyor; sanki Başbakanlar Genelkurmay"a bağlı ve ona karşı sorumlu gibidir ve yakın geçmişimiz bu intibayı güçlendiren onlarca "istisnâ" ile doludur.

28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısından beri bu kurul, sivil otoriteye sert ihtarlarda bulunan, gerektiğinde azarlayan, hafif ifadeyle dikkatini çeken hükümet üstü bir heyet gibi çalışmaya başladı. Dikkat çekici bir başka konu ise MGK"nın tabii görevleri arasında bulunan "tehdit algılamaları"nı, fiili tehditten ziyade ideolojik muhtevalı gelişmeler üzerine yoğunlaştırmaya başlamasıydı. Günün mânâ ve ehemmiyetine göre MGK, ülke güvenliğini tehdit eden ideolojik cereyanları tesbit ediyor ve bu konuda gereğini yapması için hükümetleri göreve davet ediyordu: Bölücü ve yıkıcı akımlar başta olmak üzere laik düzeni tehdit eden irticâ tehlikesi bu dönemde sıkça vurgulandı. 1999 seçimlerinden önceki bir toplantısında MGK, aşırı milliyetçi cereyanlara da dikkat çekmeyi ihmâl etmedi ama en sık işaret olunan tehlike irticâ oldu. Özellikle kamu sektöründe görev yapan ve sayısı her zaman binlerle ifade edilen memurlara yönelik "irticâcı" suçlaması anlamlı tekrarlara sebep oldu. Hatta "28 Şubat dönemi" diye bilinen süreçte, irticâcı olduğundan şüphe edilen devlet memurlarının iki müfettiş raporuna istinaden görevden atılması ve bütün özlük haklarını kaybetmesini öngören bir düzenlemeden bile bahsedildiyse de fiiliyata konulmadı.

MGK"nın üç dramatik toplantısı

28 Şubat"tan beri MGK"nın üç dramatik toplantısından söz etmek mümkün: İlki 1997"de "28 Şubat" diye anılan toplantıydı ve toplantı, hükümetin istifasıyla sonuçlanan "postmodern" darbe olarak nitelendi. İkincisi 21 Şubat 2001 tarihinde, bir başbakan yardımcısının Cumhurbaşkanıyla ağız dalaşına girdiği ve yüzüne anayasa kitapçığı attığı toplantı oldu. Bu toplantıyı alelacele terkeden Başbakan, kapı önünde yaptığı titrek açıklamasında "içerde bir devlet krizi çıktı" beyanında bulununca Türkiye"nin karşılaştığı en ağır ekonomik krizlerden biriyle karşı karşıya kaldık. Yüzbinlerce insan işini kaybetti, dargelirliler kazançlarının birkaç saat içinde yarıya indiğini dehşetle gördüler ve o birkaç saat içinde bazı dolar spekülatörlerinin akıllara sığmaz vurgun kazançlarıyla bir kere daha zenginleştikleri ortaya çıktı. Bu toplantıda MGK"nın kamuoyu nazarında ciddi bir itibar kaybına uğradığı söylenebilir. Özellikle herhangi bir apartmanın kat malikleri toplantısında bile eşine zor rastlanır cinsten ağız dalaşlarının cereyan etmesi karşısında MGK"nın asker üyelerinin kavgayı, henüz kamuoyuna aksetmeden yatıştırmakta sessiz ve tepkisiz kalması dikkatleri çekti. Sırf bu sebepten dönemin Genelkurmay Başkanı"nın meslektaşları arasında hayalkırıklığı yarattığı için görev süresinin uzatılmadığı iddiaları bile seslendirildi. 21 Şubat toplantısı gerçekten dramatikti çünkü etkileri hâlâ süren çok vahim bir ekonomik krizin çıkış yeri bu toplantı idi. İdeolojik konularda son derece hassas oldukları bilinen cihet-i askeriyenin, bu derece vahim bir buhranın ortaya çıkışında etkili olamaması kamuoyunda şaşkınlıkla karşılandı.

Son dramatik toplantı ise, bir tesadüf eseriyle bu yılın 28 Şubatında cereyan etti. Bu toplantı, ABD"nin Irak"a saldırmak için harekete geçtiği günlerde yapıldı; ABD, Irak"a kuzeyden girmek için Türk topraklarında asker ve üs bulundurmak ve köprübaşından hareketle Kuzey Irak"ta cephe açmak için Türkiye"den izin istiyordu. Bu izni ancak TBMM verebilirdi, ertesi gün Meclis"te bu konuyla ilgili bir tezkere görüşmesi yapılacaktı. Beklenenin aksine MGK, toplantı sonunda açıklanan bildiride görüş ve teklif bildirmedi. MGK"dan "asker çekimser" havası yayılınca Meclis, tezkereyi yetersiz çoğunluk kararıyla reddetti. Ne var ki aradan bir hafta bile geçmeden Genelkurmay Başkanı, "tezkere geçseydi daha iyi olurdu" mealinde bir cevap verince üçüncü defa Meclis"e gelen tezkere, ikincisinden daha hafif bir muhtevayı kabul etti. Türkiye"nin Kuzey Irak politikasında dramatik bir tereddüde yol açan bu kararsızlık halinden MGK da üzerine düşen payı aldı.

Sadece laik değil; aynı zamanda

demokratik bir hukuk devleti

30 Nisan tarihli toplantı başlamadan dedikodusu günlerce gazeteleri meşgul etti; toplantıdan kısa bir bildiri çıktı ve özellikle, "devletin temel niteliklerinden olan laiklik ilkesinin önemi ve titizlikle korunması vurgulanmıştır" cümlesi dikkatleri çekti. Dikkat çekici bir başka gelişme ise bazı gazetelerin içerde neler konuşulduğuna dair asparagas ayrıntılar verebilmesiydi; oysa ki MGK"da yapılan konuşmaların, sonuç bildirisi haricinde dışarıya sızması mümkün değildi ve kanunen yasaktı. Bildiride "Irak"a ilişkin gelişmeler"in de ayrıntılı biçimde değerlendirildiğinden söz edilmekle beraber basın, laiklik vurgusu üzerinde durmayı tercih etti ve bir mânâda Türkiye MGK"sı, basını ve kamuoyu ile normal gündemine dönmüş oldu.

MGK"nın ve geniş mânâsıyla devletin laiklik noktasında hassas olduğu biliniyor; ne var ki Anayasa"nın ikinci maddesinde devletin temel nitelikleri sayılırken iki kavrama daha yer veriliyor; bunlar "demokratik devlet" ve "sosyal hukuk devleti" kavramlarıdır. Bu iki kavrama değinilmemesi ilginç; halbuki laiklik, devletin demokratik ve hukuk devleti olmak özellikleri içinde gerçek mânâsını ve hayatiyetini bulan bir kavram. Demokratik olmayan bir düzende laikliğin varlığı kendi başına anlamlı değil; kezâ hukukun en üstün değer olarak bir kıymet ifade etmediği, idarenin bütün tasarruf ve kararlarının yargı denetimine açık olmadığı, ülke içinde üretilen hukukun evrensel standartlardan sapma gösterdiği bir kamu nizamı içinde laikliğin kendi başına mânidar bir kriter teşkil edemeyeceği açık. Kısaca laiklik, sacayağının diğer unsurları ihmal edilerek ele alındığında asıl vurgusunu kaybeden yönetim felsefesidir. MGK"nın son bildirisinde sadece laikliğe mânidar bir vurgu yapmak ihtiyacı hissedilmesi, kendi içinde yeterince mânidardır. Kaldı ki MGK, laiklik ilkesinin öncelikle korunması yolundaki tavsiye kararını alırken dayandığı verileri henüz kamuoyuyla paylaşmış olmadığından, bu gibi endişelerin ne derece reel, ciddi ve kapsamlı olduğu hakkında bilgimiz de bulunmuyor.

Ezcümle MGK"nın son kararıyla Türkiye alışıldık gündemine geri dönmüş bulunuyor!

AKLINIZDA BULUNSUN:

SÜHAN

Derginin adı "Sühân"; mânâsı, söz, kelâm, kavl demek. Çiçeği burnunda bir taşra edebiyat dergisi. Kare kompozisyonlu, açık kavuniçi renkte kâğıda basılmış 24 sayfalık tatlı, şirin edebiyat dergisi. Yazı kadrosunda gençler çoğunlukta ama yaşlı kurtlar da eksik değil. Mesela Dergah yayınları tarafından yayınlanan "Turna ve Gayda" isimli güzel eseriyle yaşayan Türkçe"ye gümrah ve yeşil bir mengez kazandıran Berat Demirci bu dergide yazıyor. Yarının yazarlarından da bahsedelim: Hasan Yasin Altıner, Yaşar Elmas, İbrahim Yolalan, Tekin Şener, İdris Ekinci, Erhan Paşâzade, Hasan Hüseyin Cesur ve Hüseyin Kaya şiir ve denemeleri ile dergiye omuz veriyorlar.

Unutmadan söyleyeyim, dergi Şeyh Galib"in ünlü "Tardiyye"si ile "vira bismillah" diyor ve Sivas"ta yayınlanıyor. PK. 40/ Sivas adresinden temin edilebileceği gibi internet üzerinden (http:// www. suhandergi. cjb. net) adresini tıklamak suretiyle içindeki yazılara erişebilirsiniz.

Sühân dergisine uzun ömür, bereketli bir yayın hayatı diliyorum.

Tıklarsanız beğeneceksiniz ve gençler çok sevinecekler.