Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yeni zenginlere veya daha küçümseyici bir ifade ile "sonradan görmeler"e her toplulukta rastlanabilir. Bizdeki yeni zengin türünün farklı bir özelliği var; yeni zenginlik bizde henüz hareket hâlinde olan, neredeyse bir sosyal sınıf denilebilecek ölçüde yaygın bir zümre. Niçin öyle olduğunu ana hatlarıyla biliyoruz:

TİCARET, TOPLUMU NASIL DEÄžİŞTİREBİLİR?

Geleneksel toplumlar, geleneksel üretim tarzları ile geçimliğini sağlıyor, zenginlerin servet kaynağı da aynı üretim tarzına bağlı; toprak. Toprağa bağlı üretim, yani tarım. Geleneksel geçimlik ekonomisinin zenginleri de hâliyle büyük toprak sahipleridir; yoksulluk da aynı unsura bağlı. 16. yüzyıl sularında tarım, ekonominin lokomotifi olmaktan çıkarak yerini yavaş yavaş ticari faaliyetlere bıraktı. Ticaretle uğraşan insanlar, menşe itibariyle tarımdan gelmekle birlikte yeni bir kimlik edindiler: şehirlilik. Tüccarlar, işleri icabı her an harekete açık olmakla birlikte işlerini yürütebilmek ve organize edebilmek için tarım arazilerinden çekilerek şehirlerde kalıcı bir adres edinmek ihtiyacı duydular. Ticaret yeni kurumlara ihtiyaç gösterdi: Bankerlik, bankacılık, tefecilik, noterlik, mahkeme, manifaktür türü -yani motor gücünün dışında kalan insan ve hayvan enerjisiyle yapılan imalatın yürütüldüğü- imalathaneler, depolar, ticari ürünlerin fiyatlandırıldığı ve takas edildiği borsa binaları, gümrükler, vergi daireleri gibi kurumlar şehirlerde ve sabit adreslerde faaliyet yürütmek zorundaydılar. Bu kurumlarda çalışarak geçimliğini sağlayan insanlar da şehirlerin yeni sâkinlerini teşkil ettiler.

Ticaret, tarıma göre daha çok gelir elde edilen, verimli bir sektördü. Tarımda verimlilik arazi, yağış, iklim gibi tabii faktörlere bağımlıydı; hâlbuki ticaret, hammadde ve mamul mallar arasında akışkanlık ve hareket sağlayarak daha yüksek gelir elde edilmesine zemin sağlıyordu. Böylece ticaretin zenginleri, kısa zamanda toprak zenginlerinden daha büyük servetlerin sahibi olabildiler ve kısa zamanda hammadde akışında düzen sağlamak için toprak mülkiyeti edinmeye başladılar. Batı Avrupa'da bu dönüşüm, siyaset başta olmak üzere sair kültür unsurlarında biraz daha geç tesir gösterdi. Topraktan elde edilen ürüne dayalı derebeylik rejimleri sarsıldı; aristokrasi varlığını hayli zaman devam ettirebilmekle birlikte şehirli yeni zenginler soylu sınıfın dayandığı temelleri zayıflatıp çürüttü.

ZENGİNLİÄžİ DEVLET DAĞITIRSA...

Avrupa'da yeni zenginlerin yadırgandığı, küçümsendiği bu dönemleri biz, henüz yarım asırdan bu yana yaşamaktayız. Bu gecikmenin sebebini kısaca şöyle izah edebiliriz: Bizde tarım ekonomisi, 20. yüzyılın ilk yarısına kadar en yaygın geçimlik biçimi idi. Doğru dürüst bir aracı tüccar sınıfı ortaya çıkmadan sanayi inkılâbının ve sanayileşmenin rüzgârına yakalanan Türkiye'de belirli miktarın üzerinde servet edinebilen kişiler bir elin parmaklarıyla sayılacak kadar azdı (Koç, Sabancı, Eczacıbaşı vb.) ve bu az sayıdaki kişi, devletçiliğin tesis ettiği devasa bürokrasi ve kamu sektörünün yanında küçük kalıyordu. Devlet, "parayı kim kontrol ediyorsa, gerçek muktedir ve egemen o olur" kuralı gereğince kendisine doğrudan ekonomik faaliyette ve ekonomi yönetiminde ilk ve en büyük yeri tahsis etmişti. Bu olgunun pratikteki mânâsı şuydu: Toplumun yeni zenginlerini ticaretin, sanayinin ve ekonominin kendine mahsus dengeleri değil, doğrudan devlet tayin edecekti ve öyle oldu.

YENİ AMA KÜÇÜK ÇAPLI ZENGİNLERİMİZ...

Devletin ekonomideki ağırlığı günümüze doğru gelindiğinde -50 yıl öncesine göre hayli azalmış olmakla beraber- devlet hâlâ paranın yarısından çoğunu kontrolü altında tutuyor. Fakat bu arada, özellikle 12 Eylül'den sonraki reformcu iktisat politikaları sonucunda küçük ticari ve sınai işletmeler, İstanbul'un ve Ankara'nın büyük burjuvalarının dışında yeni insanların eline geçmeye başladı ve bu insanlar işletme kurmayı, ticaret yapmayı, istihdam oluşturmayı ve uluslararası rekabete açılmayı öğrenmeye başladılar. Neticede vaktiyle Avrupa'da olan, Türkiye'de de tekrarlanacaktı ve öyle oluyor; şimdilik yeni zenginler, sonradan görmeler, Anadolu kaplanları, Kobiciler diye adlandırılan bu yeni tâcir ve iş adamı zümresi siyasette kendi temsilcilerini aramaya koyuldular.

Elbette bu uzun bir yol ve bugünden yarına yeni iş adamları zümresinin ekonomiyi ve dolayısıyla siyaseti belirlemeleri beklenemez. Türkiye'de olup bitenler, bütün bu darbe teşebbüsleri, medya kavgaları, derin devlet çeteleri, bürokrasiye ve yargıya dağılan nüfus suiistimallerinin temelinde işte bu yapı bulunuyor. Türkiye'de devletin ekonomideki gücü azalırken, özel sektörün payı artıyor. Özel sektörün içinde ise bugüne kadar devletin temel politikalarını destekleyerek ayakta durmayı öğrenen büyük aktörlere karşı, yetersiz sermayeli de olsa küçük aktörler var olma kavgası veriyorlar.

YENİ TÜRK BURJUVAZİSİ, YENİ ŞEHİR KÜLTÜRÜNÜ YOĞURUYOR

Türkiye'nin yükselen sınıfı, işte bu yeni zenginler zümresi. Sermayeleri henüz dişe dokunur derecede büyüyebilmiş değil, ama daha şimdiden sahip oldukları, hayat tarzlarını kısa zamanda değişime zorlayacak derecede önemli meblağlar; bu insanlarla birlikte Türkiye'de yeni bir şehirli sınıf oluşmaya başladı. Türkiye'de şehirler hızla nüfus topluyor ve şehirlere yerleşerek sanayide, hizmet sektöründe, ticari işletmelerde geçimlik arayan insanlar Türkiye'nin burjuvazisini teşkil etmeye başlıyorlar. Batı'da olduğu gibi yerleşik gelenekleri, hayat tarzları, felsefeleri ve zevkleri henüz belirginleşmiş değil; bu oluşumun tam orta yerinde yaşıyoruz. Türkiye, kendi şehir kültürünü uzun bir zaman aralığından sonra yeniden ve yeni baştan inşa ediyor. Batı burjuvazisinin gelenek ve birikimini doğrudan Türkçeye ve Türkiye'ye tercüme etmek en kestirme yol gibi görünse de yeni zenginler, çoğunlukla muhafazakâr ve geleneksel bir katmandan gelmiş olmalarından ötürü önemli tereddüdler yaşıyorlar; diğer taraftan yeni burjuvazinin kendi geleneklerini ve hayat tarzını pekiştirmek için yeterli tecrübe birikimi yok.

MODERNLİKTEN BAŞKA YOL YOK; KEŞKE OLABİLSEYDİ...

Yeni Türk burjuvazisi alfabenin temel karakterlerinde moderniteyi takib ediyor; içki içmek, kadınlı erkekli toplantılar, başörtüsü, lüks tüketim gibi konularda gösterdiği tereddüdü işaret ederek, "bunlar din devleti kurmak istiyorlar" cayırtısını koparanlar temelde ideolojik değil, hatta politik bile değil, sadece ekonomik bir mücadele sürdürüyorlar. Bu mücadelenin galibi olmayacak ve bunun iki sebebi var:

1-Büyük burjuvazinin orta ölçekli burjuvaziyi yani yeni şehirli sınıfı etkisiz hâle getirmesi mümkün değil; Türkiye bu çığırı terk ederse "geriye" dönmüş olur.

2- Yeni zengin sınıfı, modernitenin genel hatları ışığında kendi hayat tarzını geliştirebilecek tecrübeden mahrum.

Ve bu yüzden uzlaşma kaçınılmaz; çıkan toza-dumana bakarak ümitsizliğe kapılmak için geçerli ve ciddi sebep yok. Yeni şehirli sınıf katmanı biraz daha katmerlendiğinde, Türkiye "muasır" kriterlere daha çabuk ve temelli intikal edecektir.