Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Köşe yazılarının bir kenarına fotoğraf koymak adetten değildir genellikle; öyle bir imkân olsa, editörümden Aksiyon dergisinin son sayısının (sayı 553, fî bereket), 40. sayfasında,

Adem Yavuz Arslan'ın imzasını taşıyan "Dinmeyen acı: Srebrenitsa" başlıklı haberdeki fotoğrafı iliştirmesini rica ederdim. Bizim yorum sayfası, her yazarına 3500 vuruşluk bir hareket sahası verdiği için bu gibi hariçten görüntü malzemesi yayınlanmasına elverişli değil. Çare yok; merak eden Aksiyon'a bakacak.

O imkanı da bulamayanlar için fotoğrafı anlatmam gerekiyor: Bir mezarlık görüyoruz karede. Rastgele bir mezarlık değil, çam koruluğu ile çevrilmiş alandaki bütün mezarlar birbirine benziyor ve intizamlı bir sıra teşkil ediyorlar. İki sıra arasındaki boşluk, ince ve kaliteli bir çimle yeşillendirilmiş; uzaktan bakınca yeşil bir halıyı andırıyor. Mezar taşları mermer midir, beton döküm mü anlaşılmıyor; ama bakımlı ve temiz görünüyorlar. Taşın üstünde rahmetlinin kimlik bilgilerinin yazıldığı yerde ise farklı bir uygulama dikkati çekiyor. Yazıyı taşa hakketmek yerine paslanmaz çelik bir plaka üzerine son derece zevkli ve iyi seçilmiş bir kabartma harf karakteri ile gerekli bilgiler yazılmış. Her mezarın üzeri çiçek dolu. Yapma veya kesme çiçek değil, köklü. Mezarlıktan çok bir çiçek bahçesi, bir gezi parkuru gibi.

Fotoğraftaki son unsur, en yakındaki mezar taşına kapanıp ağlayan bir kadın. Fotoğrafı Zaman Gazetesi'nin fotoğraf editörü Selahattin Sevi çekmiş. Paslanmaz çelik plakaya akseden çehre ayrıntısı, deklanşöre basan parmağın titizliğini de gösteriyor bir yerde. Orta yaşlı bir hanım bu; başı bağlı. Laikçilerimizin gönlü rahat olsun, türban veya başörtüsü değil, "ninelerimizin, teyzelerimizin tercih ettiği, köy çeşmesinden testisini dolduran Ayşelerin Fatmaların bağladığı gibi folklorik bir baş bağlama ile karşı karşıyayız!

(Aman Ya Rabbi nelerle uğraşıyoruz biz buralarda?)

Aslı kadar olmasa da üç aşağı beş yukarı bir fikir uyandıracak kadar fotoğraf karesini tasvir etmeye çalıştım. Şimdi soruyorum: Bu kabristan Türkiye hudutları içinde olabilir mi?

Uyanıklar, ilk paragraftaki Srebrenitsa kelimesinden fotoğrafın çekildiği yeri hemen fark edeceklerdir ama o kadar zeki olmaya lüzum yok aslında; bu fotoğraf Türkiye'de çekilmiş olamaz. Zira,

1- Bizim kabristanlarımız tek kelimeyle pejmürdedir, düzensizdir, zevksizdir. "Bakım ve itina" kavramları ile te'lifi gayrımümkündür.

2- Kamu otoritesinin emriyle kurulan şehitliklerimizde biraz düzen eserine rastlanırsa da bu gibi yerlerin temizliğini, ancak yüksek rütbeli görevlilerin programlı ziyaretlerinin arifesine denk getirmek adettendir. Keza biz şehitliklere çim ekmeyiz, becerebilirsek kesme taşla kaplar bırakırız.

3- Mezar yazılarına itina etmeyiz. Mermerci esnafının fiberglass şablondan matkap ile oyduğu standart yazıya rıza gösteririz. Bizde mezar taşı yazılarının imlası bozuk, harfleri bozuk, hatta besmelesi, "HüvelBakî" ibaresi bile bozuktur (Osmanlı'dan müdevver olanlar hariç elbette).

4- Biz mezarlıklarımızda yürüyüş parkuru gibi geniş alanlar bırakmayız, bitişik, hatta üst üste nizam ile ölülerimizi defnederiz. Bazı meraklılar kabristanda ağaç ve çiçek yetiştirmek isteseler de birkaç seneden sonra usanır işin peşini bırakırlar.

Şimdi asıl meseleye gelelim:

Fotoğrafta tasvir ettiğimiz güzelliklere Türkiye'de rastlayamayışımızın sebebi üzerinde düşünelim biraz. Biri Bosna'nın Srebrenitsa şehrinde bir başkası Anadolu'nun herhangi bir yerindeki iki şehitliği birbirinden bu kadar farklı kılan anlayış üzerinde duralım. Nedir? Bosnalı Müslümanların Anadolu Müslüman'ından farkı nedir; aradaki bariz fark hangi sebeplerden kaynaklanıyor?

Sözün tam da burasında bir "Batı Müslümanlığı" ve bu kavramın Bosna'da hayata geçmiş özel ve güzel uygulaması bize hangi içtimai dertlerimizi hatırlatır?