Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Müzik sosyolojisi nedir? Müzik sosyolojisi, kısaca müzikle toplum arasındaki ilişkileri anlama gayreti ve bu gayretin ilmî disiplin altına alınmış şeklidir.

İlmî disiplinler mesele çözmezler; meseleyi görünür kılmaya, anlamaya ve boyutlarını kavramamıza yardım ederler. Bulanık görüntüyü mümkün olduğunca berraklaştırırlar.

Müzik sosyolojisi disiplini, genel hatları itibariyle bizde hâlâ resmî ideolojinin ağır gölgesi altındadır. Buna göre Batı'yla yakın temas kurduğumuz devirden önce Osmanlılar'da müzik iki kol üzerinden yürümekteydi. İlki 'saray müziği' idi; Bizans'tan devşirilmişti, 'millî' niteliği yoktu. Saray ve sarayın çevresini kuşatan yiyici-rüşvetçi takımı kendilerine mahsus, dejenere bir zevk geliştirerek yine saray çevresinden çöplenen bestecilere halktan kopuk, kimsenin anlamadığı, uyuşuk, ağır eserler yaptırmışlardı. Buna mukâbil Türk halkının gerçek müziği 'halk' müziği idi; türküler, deyişler, halaylar vb... Bu müzik halkın bağrından çıkan kaynak suları gibi duru, temiz ve güzel bir müzikti. Osmanlılar devrinde 'Türk' kelimesi, 'kaba, yontulmamış, köylü' manasında kullanıldığı gibi halkın müziği de basit bulunuyor ve kıymet verilmiyordu.

Basit bir klişe, anlaşılır bir tablo; dost ve düşman kuvvetlerin açıkça işaretlendiği bu şemanın gücü, 'Batılı esaslar ve kavramlar üzerinde yeni bir toplum, yeni bir millet inşâ etmek' faraziyesiyle tam bir âhenk teşkil etmesinden geliyor. Nitekim 'müzik inkılâbı' işte bu ana fikirden harekete geçmiş, 'saray müziği' yasaklanmış, Cumhuriyet'in yeni bestecilerine öz be öz Türk Halk Müziği nağmelerinden ilham alınarak Batılı müzik tekniğine uygun yeni komposizyonlar yapmaları talimatı verilmişti.

Bu projenin gemicilik tabiriyle karaya vurduğu malum; olmadı ve hiç olmayacak. Çünkü Cumhuriyet'in müzik inkılabı, müzik sosyolojisinin temel kuralını askıya alarak yola çıkmış otoriter bir projeydi: 'Olan'dan değil, 'olması gereken'den yola çıkıyor ve toplum kültürünün devlet eliyle biçimlendirilebileceği varsayımına dayanıyordu. Nitekim bu dönemde, varlığı 'saray bestecileri'ni hatırlatan bir besteci kuşağına önemli siparişler ve destekler verildi, bütün okullarda yıllarca -hatta 1980'lere kadar- Batı müziği temelli eğitim verildi. Türk çocukları, sırf kulakları tampere seslere âşinalık kazansın diye Türk sazlarından uzakta tutulup ellerine en ucuzundan mandolin, flüt tutuşturuldu. Neticede okullarda bir kaç kuşak boyunca Batı müziği eğitimi kazandırılmaya çalışılan nesiller, ne iyi bir Batı müziği dinleyicisi, ne de icracısı olabildiler. Ele geçen ilk fırsatta kendi müzik köklerini hatırlatan nağmelere döndüler, o sesleri aradı ve buldular.

Bu arada çok önemli bir başka gelişme ortaya çıktı. İletişim araçlarının sınır tanımadan bütün dünyayı birbirinden haberdar etmesi 'popüler müzik' diye bilinen yeni bir türün doğmasına yol açtı. Müzik ürünleri hiç bir engelle karşılaşmadan dünyayı dolaşmaya ve kendi kitlesini bulmaya başladı. Bu müzik ne Doğulu ne Batılı manada 'klasik' formlara aldırış etmiyordu ama yapısı itibariyle Batılıydı. Şimdi en kapalı toplumlarda bile pop müziğin dinleyici ve hayran kitlesi var. Cumhuriyet inkılabının devlet zoruyla yapamadığını bu manada popüler müzik (pop) tek başına yaptı. Öyle ki açılan yoldan pop müziği aşağılayan, değersiz bulan ve reddeden başka müzik akımları (rock, metal, vb.) yürüyüp kendi hayran kitlelerini buldular. Bu topluluklardan herhangi birinin İstanbul'da 40-50 bin kişiye konser vermesi artık sıradan bir olaydır.

Bir başka gelişme ise, iletişim teknolojisindeki patlamanın, müzik meraklılarına istedikleri gibi tercih yapabilme imkânlarını sunması oldu. Yüz yıl öncesine göre müziğin müşterisi kat be kat arttı. Sınırlamalar anlamsız kaldı ve genç kuşaklarda müzik zevki, tamamen şahsî tabiata itaat eden bir serbest tercih hâlinde belirmeye başladı.

Hürriyet güzel şey ve nimetlerini tez zamanda görmeye başladık. Sokaklarda gördüğünüz o çocuklara dikkat edin: Kimi gitar, kimi bağlama taşıyor; kiminde ney torbası, kiminde ud kılıfı... Kulaklıklarına takılı kabloların ucu, milyarlarca dolarlık global müzik endüstrisinin en taze ürünlerine kadar uzanan gençler, müziğe bizden farklı bir nazarla bakıyorlar. Bizim kuşakların kolay anlamayacağı farklı bir bakış: Sınırlama ve yasakları manasız buluyorlar, kalite talep ediyorlar, müzikle daha derin ve ciddi bir ilişki arıyor ve hiç şüphe götürmez ki, bizim kuşakların becerebildiğinden daha iyi müzik icra ediyorlar. Hepsinden daha dikkate değer olanı ise müzikle toplum arasındaki ilişkileri gözlemleyip mana vermekte, nice akademisyen ve sosyologdan daha mahir, daha samimi ve sahih bir yaklaşımları var.

KIRIKA TOPLULUĞU VE KABA SAZ ALBÜMÜ'NE DİKKAT

Geçenlerde tesadüfen elime geçen Roll adlı müzik dergisinde çok dikkat çekici bir röportaj okudum. Mülakât 'Kırıka' isimli müzik topluluğu üyelerinden Salih Nazım Peker ve Hasan Devrim Kınlı ile yapılmıştı (Roll, 2008 Ağustos sayısı). Kırıka topluluğu, resmi ideolojinin getirdiği o saçma sapan klasmanı reddederek çok ilginç bir tesbitte bulunuyor ve bizim musikimizin içinde zaten mevcut bulunan 'şehirli halk müziği' boyutuna dikkat çekiyorlar. Kendi tabirleriyle 'bugünün sözlerini, şarkılarını bazı geleneksel formlarla dile' getirmeye gayret ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Form bizi geleneğe, hayata, düne, bugüne ve yarına bağlayan bir zincir; dün ile neden ciddi ilişki kurulmuyor? (...) Biz, şehirli halk musikisi dinliyoruz. Bugün biraz yüksek müzik tabiriyle anılıyor Klasik Türk Müziği, Türk Sanat Müziği deniliyor; ama aslında şehirli halk müziği. (...) Bizde halk müziği hep köyle özdeşleştiriliyor; ama bir de şehirli halk müziği var."

Bu mülakatta bilmediğim yeni şeyler öğrendim. Mesela Yunanistan'da 30'lu yıllarda Metaxas zamanında Doğu tarzındaki müziğin yasaklandığını, makam çalınabilen ve tampare olmayan sazların kırıldığını, Rebet havalarının hapse sokulduğunu, bunu yapanların halka, 'tek doğru müzik Alman müziğidir' diye dayattıklarını bilmiyordum. Kezâ müzik tarihimiz konusunda cahil sayılmasam da Osmanlı lonca sistemi içinde 'Esnaf Mehteri' diye bilinen bir kavramın yaşadığını da yeni öğrendim: "Bugün biz mehteri çok hamasî algılıyoruz. Oysa paşaların, sultanların, vezirlerin mehteri olduğu gibi loncaların da mehteri vardı. Kunduracı mehteri bayramlarda padişahın önünden geçiyordu; ama düğünler, sünnetler için de kiralanabiliyordu. Dünyada halk bandosu olan nadir kültürlerden biriyiz. Halk bandosu çok büyük kültürdü ama bugün esamisi okunmuyor."

…

Sahi onca beste kalabalığı içinde niçin yeni bir mehter havası duymayız; yeni bir zeybek niçin müzik listelerini kırıp geçirmez?

Açık söylemek lazımsa, bu iki genç müzikolog ve müzisyenin söyledikleri, bildiğim şeyleri zenginleştirdi ve meseleye bakışımda bana yeni bir ufuk kazandırdı. 'Bu gençler doğru şeyler söylüyorlar ama bakalım nasıl müzik yapıyorlar' diye merak ettim. Kırıka topluluğunun ilk albümü, bizim 'incesaz'a kinâye olsun diye gerek 'Kaba saz' adını taşıyor. Dinledim ve beğendim; kimbilir ilerde ne güzel eserlere imza koyacaklar diye ümitlendim. Siz de ümitvâr olmalısınız çünkü bu gençler, işin teorisini yapmakla kalmıyor, kültürümüzün çok önemli kısmını yeniden üretebiliyorlar. Oysa ki bizim milliyetçiliğimizin en kusurlu tarafı, eski değerleri yeniden üretememek, daha doğrusu laftan başka bir şey üretememektir.

Bu mülakâtın özetini bile burada sizlere aktarmama imkan yok. Roll Dergisi'nin internet yayını olmadığı için size link adresi de veremiyorum. Bu durumda müzik meselelerine ciddi yaklaşan radyo ve televizyon yapımcılarına görev düşüyor. Bu gençleri bulup tekrar konuştursunlar müziklerini dinleyelim ve fikirlerini tartışalım.