Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Karşıdan bakınca zengin iftarı gibi görünüyordu...Türkiye'deki Alevî-Bektaşî Federasyonları ve derneklerinin verdiği iftar davetinde idim. Cumhurbaşkanı, iftarın onur misafiri idi ve orada bulunmasının büyük anlamı vardı.

Karşıdan bakınca zengin iftarı gibi görünüyordu...

Türkiye'deki Alevî-Bektaşî Federasyonları ve derneklerinin verdiği iftar davetinde idim. Cumhurbaşkanı, iftarın onur misafiri idi ve orada bulunmasının büyük anlamı vardı. Sünnî hâfız Kur'an okudu, Alevî dedesi sofra duası etti, hep beraber "Âmin" dedik, güzel oldu, kalbimiz ılıklaştı.

Zengin iftarı dedim ama, bir başka cihetten fukara sofrası da sayılırdı. Yargıtay gibi Türkiye'de hukuk imkânlarının müntehâsındaki kuruluşun, cemevlerini ibadet yerinden saymayan kararına muhatap kalan Alevîler fukara değilse, sorarım; bu ülkede kim fukaradır Allah aşkına?

Kararın ayrıntılarına giremiyorum, yer yok; vaktiyle AYM'nin aldığı 367 kararının benzeri bir şeydir. Fiilen yürürlük bulma şansı yok ama Alevî kalbi kırmakta yektâ ve müstesnâ: Cemevlerine tarikat, zâviye sıfatı verilmesi, "inkılâp kanunlarına muhalefet" gerekçesiyle kabul edilmiyor; ibadethane kavramında ısrar ederseniz, üç ay içinde anahtarını Diyanet'e teslim etmeniz lazım imiş; e, inkılâp kanunları hâlâ duruyor Anayasa'da...

Cemevini Diyanet'e teslim etmek? Mübarek gün böyle soğuk espriler hiç çekilmiyor doğrusu; oruçluysak, sabrın da bir hudûdu var birader!

Bu karar, bir anlığına olsun uygulanmaz ve garipliği ile hukuk tarihimizdeki ibret belgelerinin arasına konulur, onda hiç şüphem yok ama bu vesile ile devletin -din işlerini değil- Sünnî İslâm'la ilgili din hizmetlerini üstlenmekteki tekelinin komikliği ve lüzumsuzluğu daha görünür hale geldi. İşin daha da garip, gülünç ve utandırıcı faslı şu: Biz Sünnîlerden çoğu, Diyanet'in din-devlet ilişkilerindeki resmî yerinin garipliğini bal gibi fark edip yanlış bulmamıza rağmen sırf fitne çıkar endişesiyle nihai tahlilde "Diyanetçi" takılırız ne hikmetse!

Dilim varmıyor ama bir yerlerde buna ikiyüzlülük denildiğinden eminim.

Devlet vaktiyle dindarları iyice dövdükten sonra Sünnilere Diyanet teşkilatını ikram ederek bir nevi gönül almıştı; dindarlar Diyanet'ten nihai kertede razı ve mutlu idiler; camilerine görevli atıyor, dinî meselelerde fetva veriyor ve din hizmetlerinin şunun-bunun elinde parça-pinçik edilmesini fiilen engelliyordu; eğer diyanet elden giderse Avrupa'da cami cemaatlerine bölünen Türklerin durumuna düşmez miydik? Düşerdik, öyleyse mesela fazladan oruç tutturma konusunda da ortalığı karıştırmanın pek âlemi yoktu, yarı saatin lâfı mı olurdu; yeter ki fitne çıkmasındı. Diyanet zaten hassas astronomik rasatlarda bulunmak için önümüzdeki yılın bütçesine ödenek bile koymuştu; ee...

Diyanet dedim de aklıma geldi, bu anlamlı iftar davetinde Diyanet'ten kimseleri fark edemedik pek.

Evet, sağolsun Cumhurbaşkanı'mız, teşrifiyle Alevî-Sünnî kardeşliğine büyük katkıda bulundu, menü de fevkalade göz doldurucuydu ama iftar yine de fukara iftarıydı bana göre. Türkiye'de Alevî olmanın ne mânâya geldiğini o gün biraz daha anlayabildim galiba. Bu durumu bir teşbihle anlatmak istiyorum: Varlıklı bir adam fukaradan bir uzak akrabasını sinemaya götürüyor; kendisi için bilet almıştır ama kapı görevlisi akrabasından bilet sorunca, "Yahu, yabancı değil, bu seferlik idare ediversek..." gibisinden aslında davetlisini aşağılayıcı bir yaklaşım gösteriyor.

İşte yargı kararı: Cemevi ibadethane değil; ne öyleyse, folklor derneği mi, saz kursu mu, kıraathane mi, okul mu, ne? Peki Alevîlik? Biz Sünnîlere sorarsanız İslâm içi bir tarikat veya mezheptir; öyledir de Aleviliğin ne olduğunu Sünnilerin tarif etmesinde bir haksızlık yok mu sizce? Lâteşbih, Müslümanlığı Vatikan'ın tarif etmesine rıza göstermek gibi bir şey. Kezâ, Alevî Çalıştayı, şimdiye kadar yapılan en kapsamlı çalışmaydı ama öğrendik ki sonuç bildirgesi güzelce çerçevelendikten sonra hayata geçirilsin diye bir şey yapılmamış.

Gecenin en güzel cümlesi, işadamı Adnan Polat'ın kısa konuşmasında geçti, dedi ki: "Büyüklerimiz bize ilahi ahlâkla ahlâklanmak gerektiğini öğrettiler." İtikad ve inançlar arasındaki zâhiri mesafeleri kuş kanadıyla kat'eden bir cümleydi, unutmadım, mânidar buldum.

Fıkrayla bitirelim: Adama "Lâz mısın?" demişler, "Lâzım fakat tedavi olayrum" diye cevap vermiş. Türkiye'de Sünnî olmanın, ancak yüksek şuur sarfı, empati ve vicdanla tedavi edilebilir bir kısım ârızaları olduğunu kabul etsek, galiba çok iyi olacak.