Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlmi nitelikli neşirlerden ziyade özellikle çocuklara ve gençlere İslam'a karşı sempati ve anlayış kazandırmak için tertiplenen (popüler) siyer kitaplarında karşımıza çıkan o basit kurgu, sade benim değil mutlaka başkalarının da merakını tahrik etmiştir: Efendimiz'in getirdiği tebliğe karşı cahiliyye adetlerinden yana katı tavır alan Mekke müşriklerinin inadı, "Atalarımızın dinini ve yolunu terk etmeyiz" yollu direnişleri, İslam'ın müteal ve makul ibadet tarzına karşı pişirilmiş hamurdan, taştan, tahtadan hatta helvadan yoğurdukları gülünç putlara kullukta ısrar edişleri anlaşılmaz görünür. Aynı mantık silsilesi içinde Hazreti Musa kıssalarında bahsi geçen Firavun'un, Hazreti İbrahim'i tekzib eden Nemrut'un ilahlık davasına kalkışmaları da saçmalıkmış gibi gelir. Hele Mü'min Suresi'nin 36. ve 37. ayetlerinde Firavun'un veziri Haman'a, "Ey Haman, bana yüksek bir kule inşa et; belki orada sebeplere, göklerin sebeplerine erişirim de Musa'nın ilahını görürüm." şeklinde çocukça bir talepte bulunması inanılmayacak kadar naiv ve safça bir istek gibi anlaşılır. Hazreti İbrahim'in daha çocuk yaşta iken mabede gidip putlara sunulan yiyeceklere baktıktan sonra, "Hani yemek yemiyorsunuz, ne oluyor size konuşmuyorsunuz?" diye sorup onları kırması ve yaptığı işi kavmine, "Siz kendi elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?" diye çıkıştıktan sonra ateşe atılması kıssasında da (Saffat: 91-96) müşriklerin güç anlaşılır inatlaşması ile karşılaşırız. Kendimizi mü'minlerin tarafında saf tutarak okuduğumuz bu metinlerde müşriklerin, "Bizim bile kolayca nüfuz edebildiğimiz" basit hakikatleri bir türlü kabullenmeyişleri merak uyandırıcı bir durumdur. Orada müşrikler, kafirler, münafıklar, Firavn, Haman, Nemrut vb. gibi menfi tipler bize, tamamen "fi tarihte" yaşamış ve orada kalmış, daha sonraki zamanlarda sanki hiç ete kemiğe bürünmemiş mesel aktörleri gibi durmaktadır. İçimizden birilerinin veya bizzat bizim, sanki onların bükülmez ve kör inatlarına asla saplanmayacağımız yolunda kuvvetli bir inanç belirir. Egyptolog'ların (kadim Mısır tarihçilerinin) yuvarlamalı hesaplarına göre Kızıldeniz'de helak olan Firavun (tahminen II. Ramses), Milattan Önce 12. asırda yaşamış olması hasebiyle, modern versiyonuna asla tesadüf edemeyeceğimiz bir mitoloji karakteri gibidir. Zihni mevzilenme üstünlüğümüz sayesinde bu gibi kıssaları okurken kendimizi ve sevdiklerimizi, hatta çağdaşlarımızı bile hemen şirkten ve küfürden ibra ediverir, bu gibi kaba putperestlik davranışlarının çoktan beridir tarihin flu mıntıkalarında gömülü kaldığını düşünürüz.

Kur'an-ı Kerim'de anlatılan "esatir-i evvelin"e dair kıssaların aslında ne kadar muasır ve aktüel (hemzaman) olduğunu fark etmek insanda çok şaşırtıcı ve sarsıcı tesirler uyandırıyor. O safiyane mevzilenmelerle, "bunlar tarihte kaldı, artık şirk bile daha 'ilerlemiş', daha sofistike usuller kullanıyor olsa gerektir" şeklindeki teselli bahşedici zihin idmanlarının birden iskambil kağıtlarından kurulmuş bir şato gibi hak ile yeksan oluverdiğini anlıyor ve ürperiyorsunuz: Firavun'larla, Ebu Cehil'lerle, Ebu Leheb'lerle, Nemrut'larla pekala aynı zamanı paylaşabileceğinizi sezmek ürküntü veriyor ve artık bize zihni konfor ve teselli veren mevzilerin hiç de korunaklı yerler olmadığı gerçeğiyle yüz yüze geliveriyoruz. Anlıyoruz ki, insanın fıtratında değişme olmadığı için aslında "tarihi aktör" diye bir mefhum yoktur ve insanlık tarihi iyimserliğin olanca safiyetleriyle inandığı gibi bu manada "ilerlemeye" ve çağ atlamaya şehadet etmemiştir. Şirk, tevhid, ilahlık iddiası, Yaradan'a meydan okumak gibi "tarihi" sandığımız bükülmez ve kör inat kalıpları aslında hiç de tarihi bir kategori değildir; müsbet karşılıklarıyla birlikte bil'akis insanlık tarihinin en belirgin ve yaygın davranışlarını teşkil etmektedir.

Belediye otobüsünde zihnen Semud kavmine mensup birileriyle birkaç durak boyunca aynı koltuğu paylaşmanız mümkün; alışveriş için girdiğiniz süpermarkette raflar arasında yürürken bir Firavun'un omuzuna çarpıp özür dileyebilirsiniz pekala; stadyumdan dağılan her kalabalıkta kaç İbrahim, kaç Musa, kaç Nemrud'un telaşlı adımlarla dolmuşa doğru koşuştuğunu nereden bilebiliriz; belki de birileri çok uzaklarda veya yakınlarda "göklerin sebeplerine erişmek" için yükseltilen nice Haman kulelerinin statik hesaplarına dalıp gitmektedir.

Peki, aynada görünen suret kimdir aslında?