Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye’nin Suriye politikası tutmadı. Detaylarına girmiyorum; ama bu politikanın iyi hesap edilmemiş olduğunu ve ülkeyi hayli sıkıntıya soktuğunu söyleyebiliriz. Bu öngörüsüzlüğün elbette bir maliyeti var. Türkiye’nin Suriye siyasetini biçimlendirenler seçim sandığında yaptıklarının bedelini -her neyse- ödeyecekler.

Mesele bundan ibaret değil ama. Son yarım asırda dikta yönetimleriyle idare edilen Suriye, ülke içinde muhalefet başlayınca, kısa süren bir ılımanlık döneminden sonra hemen bildiği ve alıştığı refleksle cevap vermeye koyuldu ve kendi vatandaşlarına karşı silaha başvurdu.

Bir millî ordunun kendi halkına karşı savaşması berbat bir durum. Dış odaklardan destek gören Suriye muhalefeti bir ara önemli başarılar kazanmaya başlayınca şaşırtıcı bir gelişme yaşandı: Beşşar Esed, babası Hafız Esed’in çizgisini devam ettirerek Suriye’nin Türkiye sınırına yakın bölgelerinde yaşayan Kürt nüfusunu şiddetli bir gözetim altında bulunduruyor ve onların vatandaşlık haklarını bile askıda tutuyordu. Muhalefete karşı kaybetmeye başlayınca Beşşar, çok garip bir hamle yaparak Suriye’nin kuzeyindeki birliklerini merkeze doğru çekti ve bölgenin kontrolünü fiilen PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye terk etti. PYD son aylarda Rojava adını taşıyan bu mıntıkada hâkimiyeti sağlayınca Türkiye ile sınır komşusu durumuna geldi. Hududa yakın binalara çekilen örgüt bayrakları, basın aracılığı ile Türk kamuoyunda önemli bir hassasiyet uyandırdı. Türk muhalefeti, hükümetin Suriye politikasını eleştirdi ve sert dille suçladı. PYD, “geri adım” gibi görünen küçük tavizler vererek Ankara’yı yumuşattı; ardından PYD lideri hemen Türkiye’ye geldi ve üst seviyede bazı temaslarda bulundu.

Bunları hepimiz biliyoruz; şahsen beni şaşırtan gelişme Türk basınında PYD ve Rojava’ya yönelik belirgin bir sempati ve desteğin görünür hale gelmesiydi.

Türkiye’yi, komşusu Suriye’nin iç işlerine karışmakla itham eden çevreler, Beşşar Esed yönetiminin adeta tepsi içinde PKK çizgisine teslim ettiği Kuzey Suriye’de olup bitenleri farklı bir çerçeve içinde ve belirgin bir meşrulaştırma gayretiyle sundular. Buna göre PYD, bölgede radikal İslamcı, Kaide uzantısı güçlerle çarpışıyordu ve Türkiye sınırı kapattığı için mahsur kalan sivil ahali gıdasızlık ve ilaç sıkıntısı yüzünden hayati tehlike altındaydı. Türkiye, Rojava’daki yeni yönetime destek olmalı, sınır kapılarını açmalı, masumlara gıda ve ilaç yardımı yapmalı, buna mukabil PYD ile çatışan radikal İslamcı çetecilere yakın durmamalıydı. Zaten bu çeteler, bölgeye doğrudan asker göndermekten çekinen ABD yönetiminin el altından CIA marifetiyle desteklediği Kafkasyalı militanlardı.

“Tavsiyeler”in sonraki durağı ise PYD’nin Rojava’daki yönetimini Türkiye’nin tanıması!

Öteden beri hür olmadığı ve hükümet baskısı altında tutulduğu öne sürülen Türk basınında PKK sempatizanlarının önemli ve anlamlı bir öbek, sesi hayli gür ve etkili çıkan bir lobi oluşturabilmesi dikkat çekiyor. Barış sürecinin, “Basındaki PKK muhibleri”ne moral destek ve meşruluk bahşettiği de gözden kaçmıyor.

Bu gelişmeyi çok ilginç buluyorum. Türk basınında kendini demokrat ve liberal diye tarif eden manidar bir topluluk, “Zaten Kuzey Irak’taki huzuru görüyorsunuz; Suriye de öyle olacak; akıllılık edip geç olmadan destek çıkalım” çizgisinde yayın yapıyorlar.

Bu arada henüz kimselerin aklına gelmeyen ilginç bir durum söz konusu: PKK çizgisindeki Kürtler, pratikte Beşşar Esed rejimiyle işbirliği içinde. Kezâ Beşşar’ın izniyle Suriye’nin toprak bütünlüğünden iri bir lokma kopararak muhayyel Kürdistan’a katmak arzusundalar ve bu hedefe varmak için benimsemeyecekleri çifte standart yok gibi görünüyor. PKK, Suriye’nin sürüklediği selden kendi kütüğünü kurtarmak derdinde.

Hükümetin PYD temsilcisiyle görüşmesi de çok dikkate değer bir adımdır. Hükûmet “Çözüm” kavramının içini hangi somut unsurlarla doldurduğunu açıklamakta pek ketum davranıyorken, doğrudan Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden PYD oluşumu karşısındaki yumuşak tutumu insanı şaşırtıyor.

Acaba hükûmetin Suriye siyaseti de Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duymak noktasını çoktan geçmiş midir?

Acaba bunca riskin ve masrafın karşılığı, parçalanan bir Suriye bünyesinde kurulacak ufak otonomilerle iyi ilişkiler kurmak noktasına mı gelmiştir?

Ve bir soru daha: Bu dış politika başarılı ise, başarısız dış politika nasıl bir şeydir?