Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Azınlıklar meselesinin tartışıldığı Siyaset Meydanı'nda Mario Levi, bir sanatkar hassasiyeti ile azınlıklarla "ana kitle" arasındaki ilişkileri çözmekte kullanışlı olabilecek kavramlar üzerinde durdu: "Sur ve Duvar" kelimelerinin temsil niteliğinden bahsederken sözlerini "surların yıkılması" temennisiyle bitirdi. Surlar ve duvarlar, iç içe yaşamak durumundaki farklı toplulukların aidiyet alanlarını belirlemek için inşa ettiği yapılar. Peki, niçin yıkılmalı surlar ve duvarlar? Mario Levi'nin kastettiği manayı anlıyorum: Sadece ortak insani değerlerin mensubiyet için yeterli olduğu, sair endişe ve reflekslerle kompartmanlara bölünmemiş fazıl bir toplum hayatından bahsediyor; atmosfer basıncı altında mükemmel ve kusursuz bir metal küre yapmak kadar "fictiv" ama muhakkak ideal ve yüksek bir tasavvur.

Pratiğe, yani tarihe bakalım: Sursuz ve duvarsız toplum yok. Kategorik düşünce yalın, tabii ve kullanışlıdır. Duvarların veya surların kategorize etmediği bir toplumda yaşamak kimseye huzur vermez ve bu hükmün demokrasi, eşitlik veya adalet fikrini rencide edici bir tarafı yoktur. Sur, sadece düşmana karşı korunma fikrine hizmet etmez, içindekileri salim düşünme zamanları da bahşeder ve aslında surlar dışa açılabileceğimiz son hudutları değil, ricat edebileceğimiz son hudutları tahdid eder.

Ve surların kapıları vardır; "sur"u manidar kılan da kapılardır: Her sabah surların kapıları açılır; insanlar, emtia, fikir ve inançlar, marifet ve hırfetler, kelimeler ve kavramlar içeriye ve dışarıya doğru seyr ü sefere başlar. Gün batımına kadar muarefe ve beşeri temas devam eder. Akşam olunca kapılar kapanır; hareketlilik bu defa tersine akar ve sükunet başlar; ne var ki hiçbir şey bir önceki gibi değildir. Değişmiştir ve sur kapıları ardında kendini emniyette hissettiği için ertesi güne endişesiz, tedirginlikten uzak hazırlanan insanlar değişimi sindirecek sükunet zamanları bulabileceklerdir.

Hayır, surları ve duvarları yıkmayalım; onlar bize her zaman lazım; ama bütün dikkat ve hassasiyetimizi "kapılar"dan ayırmayalım. Her kapı, açılmak için yapılır; kapının açılması kadar kapanması da tabiidir ve bir kapının ne zaman açık, ne zaman kapalı kalacağı insanların en ciddi imtihanlarından biridir. Sur ve duvar gibi kapıların da bir işleyiş hukuku vardır. Ezcümle "sulh ve selamet" dediğimiz mevhibe, farklılıkları birbirinden ayıran ve birbiriyle buluşturan kapıların doğru işlemesiyle te'sis olunabilir. İnsanların surlarını ve duvarlarını yıkarsanız, onlar alelacele kendilerine daha muhkemini inşa etmek için panik içinde didinmeye başlarlar, yine müdahaleye uğrarlarsa bu defa zihni surlar yükseltirler ki onları yerinden kağşatmanın neredeyse imkanı yoktur. Barış, sursuz, duvarsız ve kapısız bir toplum inşa etmekten geçmiyor; barış, kapıların hukukunu doğru tedvin edebilmekle mümkün.

"Duvarları ve surları yıkalım", edebi tesiri leziz ve latif bir cümle; ama doğru değil. Bana sursuz ve duvarsız olduğu halde barışık yaşayan bir toplum örneği gösteremezsiniz; tam aksine farklılık kompartmanlarının düşüncesizce imha edildiği yerlerde fitne ve kavganın eksik olmadığına dair yığınla misal gösterebilirim.

Siyasetin gündelik lisanında "birlik ve beraberlik" terkibinin hep bir arada kullanılması, çok önemli bir vakıayı gözden nihan ediyor; birlik ve beraberlik birbirinden mahiyet itibariyle farklı kavramlar; milli devletler içte "birlik" inşa etmek maksadına yönelmişti. Sur inşa ederek veya yıkarak "birlik"e erişmek neredeyse imkansız. Halbuki "beraberlik", birliğe göre daha kolay erişilen, mutabakata açık ve çok daha sürdürülebilir bir mana kapsıyor. "Beraberlik", birlik kavramı kadar parlak görünmemekle birlikte daha doğru ve sıhhatli bir kavram ve sıhhatli bir beraberlik için "sur ve duvar" inşa etmek kaçınılmazdır. Tarihin kaydettiği en uzun ömürlü siyasi organizasyonlar, birlikten ziyade "beraberlik" fikrini esas almıştır.

Surdan, duvardan endişe etmeyelim; onlar hep vardı ve daima olacak; yeter ki "kapılar" unutulmasın!

Kapılar mühim, çok mühim!