Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hadiseye biraz uzaktan ve mümkün mertebe tarafsız bir yerden bakınca garip bir olguyla karşılaşıyorum: AK Parti’nin sürdürdüğü politikalarda Meclis grubunun rolü ve payı pek anlaşılmıyor. Sâmit ve itaatkâr bir heyet.

Dışarıdan bakınca grubun Meclis’te hükûmete tam destek verdiği açık. Çok tartışılan torba kanunlarda, internet ve HSYK düzenlemelerinde grup aykırı ses çıkarmadı. Sessiz evetleri tam destek saymak ne kadar mümkün bilmiyorum. Gazeteciliğin pek işlemediği, işe yaramadığı ketum bir suskunluk sergileniyor; hâlbuki ‘Kağnı mazısının ince yanı’ parti grubu. Başbakan’ın fiil ve sözlerine meşruluk veren ana güç santralından söz ediyorum.

Aralarında, teorik planda hâlâ ‘eski arkadaş’ hukuku çerçevesinde sohbet edebildiğimiz birkaç isim vardı. Uzun zamandan beri meyanımıza mânidar bir sessizlik girdi. Öyle bir sessizlik ki, arayıp, “Ne var ne yok, partide hava nasıl, ne düşünüyorsunuz?” diye sual etmek yakışıksız kaçıyor. Onların sessizliğini anlamak daha kolay, “Ya duyulursa, ya dinlenirsem” endişesi çok ciddi bir gerekçe. Çok değil, 6 ay sonra seçim kantarına çıkması beklenen Cumhurbaşkanı’nın bile belirgin bir şekilde ağırdan aldığı, siyasi riske girmekten anlaşılır sebeplere uzak durmayı tercih ettiği bir ortamda vekillerin sessizliğini yargılamak ne kadar insafa sığar ki!

Bu arada küçük bir ara notu: Bazı okuyucular, “niçin AK Parti deyip duruyorsunuz, AKP desenize” diye çıkışıyorlar. Sebebi, basit bir nezaket kuralına dayanıyor: Hangi parti, kendinin hangi kısaltmaya nitelenmesini istiyorsa ona saygı göstermek nezaket icabıdır. AKP kısaltması yıllardır, muhalifleri tarafından nefret ve küçültme ifadesi olarak kullanıldı. Farklı düşünmek, bana göre saygısızlığı hoş göstermez; ben yine AK Parti demeye devam edeceğim. Büyük harflerin içini lâyıkıyla doldurmak ise, partililere düşen bir vazife...

Lider, grubunu kontrol altında tutmakta başarılı görünüyor; bu, biraz siyasi kültürümüzden, biraz da Siyasi Partiler Kanunu’ndan kaynaklanan bir olgudur. Üçüncü ve biraz zayıf bulduğum ihtimâl ise liderin bir şekilde durumu düzeltebileceğine dair beklenen karizmatik inanç!

Lidere diklenen vekil, bir mânâda uçaktan paraşütsüz atlamayı göze almış adamdır. Kolektif diklenmelerin başarı şansı daha fazla ama yakın tarihimiz o konuda kötü örneklerle dolu. Bu pratik görgü, vekillerin olup bitenden razı olduğu anlamına gelmez elbette. Yukarıdaki otorite çözüldüğünde, gruptaki farklı sesler de duyulur hale gelir. Ne var ki, ‘faydasız ilim’ gibi bir şeydir o.

Bir sözün fikri değeri, kendi başına, bütün bağlamlarından koparılmış literal bir ifade olarak başka bir şeydir; ona kritik değerini veren, biraz da zamanı ve yeridir.

Hâşâ; “Ya şimdi konuşun, ya ebediyyen susun!” mânâsına gelebilecek bir ikazda bulunmak niyetinde değilim. Konuşma zamanı geçti zaten. İçlerinde tek tek duruşuna, şahsiyetine, fikrine saygı duyduğum, hatta sevdiğim insanlar var ve eminim ki onlar birkaç kişiden ibaret değil. Elbette herbirinin kendince hesabı ve içtihadı vardır, lâkin bu mânidar suskunluğun hem şahsî hem de tarihi bir mânâsı vardır ve olacak.

Bu satırları yazarken, ‘iktidar elektriği’ne dokunmamış insanların bilgisizliğiyle konuştuğumun da farkındayım ayrıca. İktidar pratiği, kâğıt üstünden anlaşılamaz. Dolayısıyla şu günlerde AK Parti grubunun ve partinin ana kitlesinin sessiz kalmayı tercih etmesi, sonraki zamanlarda, “En azından kırıcı, tahkir edici bir şey söylemedik; susmanın bile yiğitlik gerektirdiği zor zamanlarda kalben buğz ile mücahedede bulunduk” şeklinde yorumlanabilir. Eh, linç korosuna katılmamak da bir şeydir.

Günün birinde konuşmaya karar verdiklerinde anlatacaklarını hiç de ilginç bulmayacağız gibi bir his var içimde ama...