Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ara sıra yakın bir ahbab veya akrabanın düğününde orta yere çıkıp en azından kolları kaldırarak ısrar üzerine, çok bilinen tâbirle "şöyle bir dönüvermek" zarureti hâsıl olur, beceremem.

Israr, geri çevrilemez bir raddeye gelince elim ayağıma dolaşır, ilk kuşak robotları gibi hantal ve gülünç hareketlerle müziğin ritmine isyankârlık eden uzuvlarım, "Bir an evvel yerimize oturalım be abi; biz bu işe uygun değiliz" diye feryad eder durur.

Halay bölgesinin çocuğuyum, halay bilmem. Bizim Sivas Halayı, benim gibi "beden zekâsı özürlü" biri için, kesinlikle ezberlenip uygulanamayacak kadar girift, ağır ve vakur figürlerle bezelidir. Seyrine bayılırım, hakkını vererek halay tutanlara da imrenirim; bu işi becerebilenlerden biri olmayı da çok isterdim lâkin heyhât. Oysa ki müzik kulağım iyidir, ritim duygum da fena değil; bir ara, amatör bir müzik heyetinde kudumzenlik yapmışlığım bile var. Dans, beden zekâsıyla ilgili bir kabiliyet. "Vermezse Mâbud, neylesin Sultan Mahmut" meselesi...

Ne yapayım, "dansa kabiliyetim yok" diye bu yaştan sonra kendimi helâk edecek değilim; bu işi hakkıyla yerine getirenler olduğu müddetçe mesele yok. Sağolsun YouTube; görüntü kalitesi genellikle vasatın altında kalıyorsa da bu sitenin gündelik hayatımıza ve görgümüze kattığı değerler inkâr edilmeyecek derecede büyük ve önemli. Meselâ, daha on sene evvel, karınca-kararınca müzik arşivi tutmak gibi bir merakımız vardı. Eşten-dosttan tedarik ettiğimiz ele zor geçen müzik eserlerini kaydeder, etiketler, raflara koyar sonra da "Bende falan eser var, istersen senin için de kopya yapayım da dinle" diye fiyaka satardık. Artık bunlara gerek kalmadı; eğer "iyi ve profesyonel kayıt" noktasında benim gibi fazla titizlenenlerden değilseniz dünyanın müziği hemen elinizin altında duruyor; dünyanın bütün müzikleri, bütün dansları hatta bütün meslekleri, zenaatları, sanat uygulamaları...

"Meslek de nereden çıktı?" demiyoruz; "Nasıl yapılır?" başlığı altında akla gelebilecek hemen her şeyin nasıl imâl edildiğine, nasıl planlandığına, nasıl uygulandığına dair sayısı belirsiz kısa video, meraklarınıza ve zevkinize cevap vermek için hazır bekliyor: Bıçak nasıl bileylenirden ahşap oymacılığına, kütük ağaçtan kulübe inşasından teleskop imâline, kaynakçılıktan kalaycılığa kadar aklınıza ne gelirse... Bu mucizevi arşivi harekete geçirmenin sırrı anahtar kelimede saklı. Anahtar kelime, arama çubuğuna yazıldığında sizi en kolay yoldan hedefe götüren tılsımdır, bir nevi hokus pokus. Merak ettiğiniz konuda yurtdışı örneklerine, dünya görgüsüne erişmek için sözlük seviyesinde biraz İngilizce kavram bilmek yetiyor.

Geçenlerde, çalışmaktan bunalıp masa başında kendime kısa bir "dalga geçme molası" ikram etmeye karar verince, dünyanın son harikası YouTube'u kurcalamaya başladım. Evvelâ canım şöyle güzel bir Tekeler köyü zeybeği dinlemek istedi, ardından Kadıoğlu'ydu, Kocaarap'tı derken gözüm yan sütunda yer alan listede "Efsane" isimli bir zeybek klibine takıldı. "Nesi efsâne acaba?" diyerek tıkladım.

2005 yılında galiba Denizli'de halk oyunları grup yarışması düzenlenmiş. Eğer yanılmıyorsam İzmir Karşıyaka'yı temsil eden gençlerin gösterisini, seyircilerden biri telefon kamerası (Cep kameralarının dünyamızı yavaş yavaş dönüştürmeye başladığını siz de fark ediyor musunuz?) ile baştan sona kaydetmiş, yaklaşık sekiz dakika.

Efendim, Orta Anadolulu menşeime ilaveten, üstelik Ege ve Rumeli müziğine yıllarca burun kıvırmış biri sıfatıyla sağda-solda ileri geri konuşan biri olmama rağmen itiraf ederim ki takriben on-onbeş seneden beri bu peşin fikrimden vazgeçmiş bulunuyorum. Hatâ etmişim; şimdiki kavlim şudur: Müziğin, sanatın iki kriteri var: İyi ve kötü; bizimki, onlarınki değil!

Zeybekler, Türk musikisinin en gümrah ve gözalıcı kollarından birini teşkil ediyor. Melodik yapıları son derece zengin, müzikal ifadeleri olgun, sanki herbiri çok kabiliyetli bir bestekâr elinden çıkmışçasına şaşırtıcı ayrıntılarla dolu müthiş bir vâdi zeybeklerimiz. İşte bu zeybek havaları, şöyle ehli kimseler tarafından lâyıkı veçhile canlandırıldığında ve dört başı mâmur bir tarzda icrâ edildiğinde olağanüstü bir güzellik zuhur ediyor.

Bir cep telefonunun basit kamerasıyla çekilmiş videoyu seyredince benimle aynı duyguyu paylaşacak mısınız bilmiyorum; ben çok duygulandım, görüntüleri defalarca seyrettim ve "Keşke orada olsaydım" veya "Keşke bu gösteri daha gelişkin kayıt cihazları tarafından çekilebilmiş olsaydı" diye hayıflandım.

Aradan yedi sene geçmiş; o "Efsane" ekipte, çok takdire değer bir oyun ve sanat disiplini içinde görevlerini icra eden gençlerin bir kısmı artık "işin hocası" mevkiine yükselmişler. Hezar aferin her birine, kendilerine vaktiyle emek veren hocalarını da takdirle anmadan geçmek haksızlık olur.

Ne güzel... Bu memleketin bir yerlerinde hâlâ işini çok ciddiye alan, sanat derecesinde güzel icra eden kişi ve kişilerin varlığını bilmek, insanda garip bir iyimserlik ve mutluluk duygusu uyandırıyor.

Derken bir başka ayrıntı dikkatimi çekiyor. Gösteri 4 parçadan yani dört zeybek havasından ve dansından müteşekkil. "Acaba isimleri nelerdir?" diye merak edip alttaki yorumları okuyunca buluverdim: İlk hava "Süslü Jandarma" adını taşıyor, ikincisi "Zaide" veya Zahide (?), üçüncüsü Kostak Ali, dördüncüsü Hantuman Zeybeği.

Çift Jandarma türküsünü duymuşluğumuz var da, vaktiyle efeler diyarında insanları bir hayli meşgul eden Osmanlı jandarmasının bu esere nasıl olup da "Süslü Jandarma" adıyla girdiğini öğrenemedim (Var mıdır bilen?), fakat dört hava içinde müziğine ve dansına en çok bayıldığım Kostak Ali Zeybeği'nin hikâyesine ulaşabildim. Ulaşmak ne kelime, "anahtar kelime" girilince Kostak Ali'nin kendisinden kendi nâmını taşıyan zeybeği seyretmek bile mümkün. Hâlâ yaşıyor kendileri. Meğer, dedesi vaktiyle "kostak, kostak" yürümesiyle meşhurmuş, zeybeğin adı oradan kalmış.

İçlerinde en ilginç hikâye ise Hantuman Zeybeği'nin:

Sene 1977, İlhan Aydınalp isimli folklor araştırmacısı, bu zeybek havasını Menemen civarındaki köylerde derlemiş. Vaktiyle Milli Mücâdele'ye katılan gâzilerden biri ayaklarını kaybedince, kendince bir zeybek dansı icat etmiş. Yere oturarak sadece dizleri ile hareket etmeye çalışan bir engellinin hareketlerini hemen fark edebiliyoruz. Yörede bu zeybeğe "Kazâzede" denildiği de olurmuş.

Daha sonra "Bakalım bu havaları başka kimler canlandırmış?" diye araştırmaya başladım. Kayıt sayısı şaşırtıcı derecede bol. Meselâ 2009 yılında Kara Harp Okulu öğrencisi gençlerin bir gösteri kaydına tesadüf ettim; daha çok "Efe" ile yapılmış koreografik düzenleme etkileyici, coşkunluk verici ama nasıl denir, disipliner bir sertlik içinde uygulandığı için ilk örnekte olduğu gibi güzel ve duygulu görünmedi.

Şimdi haklı olarak, "Biz bu videoyu nasıl seyredebiliriz?" diye merak ettiniz; kolay. YouTube'u açıp arama çubuğuna "Efsane Zeybek" yazdığınızda işlem tamamdır. Bulamayanlar için videonun doğrudan adresi şöyle: (<a href="http://www.youtube.com/watch?v=ntPvc5kzr4E">http://www.youtube.com/watch?v=ntPvc5kzr4E</a>)

Ne diyecektim; ha, "Yahu ben bu zeybek oyununu öğrensem gerektir" diye evin içinde şöyle bir dönüvermeye kalkıştım; az kalsın düşüp bir tarafımı zedeleyecektim.

Ona da razıyım, bazı güzellikleri sadece takdir etmek bile nimet!

[youtube]http://www.youtube.com/watch?v=ntPvc5kzr4E[/youtube]