Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 10 Kasım konuşmasında, Atatürk'ü nasıl anladığı ve algıladığını gösteren önemli bir pasaj yer alıyor. Okuyalım: "Bir yabancı düşünür, 'Gerçek devlet adamlığı, bir ulusu olduğu biçimden olması gereken biçime dönüştürme sanatıdır.' demiştir. Yüce Atatürk, ümmetten ulus, kuldan birey, bağnaz bir toplumdan çağdaş bir dünya devleti yaratırken üstün bir devlet adamlığı sergilemiştir."

Pasajdaki dikkat çekici noktalardan birini, "bir yabancı düşünür"e yapılan atıf teşkil ediyor. Hem "yabancı", hem "düşünür" diye nitelenmesi, bu meçhul kişiyi ciddiye almamızı gerektiren örtülü bir ikazdır ama bu düşünürün ismi zikredilmemiş. Okullarda yapılan 10 Kasım törenlerinde, "yabancıların gözüyle Atatürk" başlıklı bir fasıl açılır, sesi mikrofona uygun iki öğrencinin sırayla yabancı devlet adamı ve düşünürlerin Atatürk hakkındaki övücü nitelemeleri seslendirilirdi. Akademik geleneğe bile sirâyet etmiş bir alışkanlıktır bu; bizde genellikle atıflar, "ben söylemiyorum, yabancı bir kaynak böyle söylüyor" mânâsında kullanılır ve atfın arkasında durulur.

Adı mâlum veya meçhul, bu yabancı düşünürün söylediği cümle doğru mudur ve bu cümlesiyle Atatürk'ü mü kasdetmiştir, bilmiyoruz. Cumhurbaşkanımızın cümleyi tasarruf şeklinden ibârenin Atatürk'ü kasdettiğini çıkarabiliriz ama bunlar tâli meselelerdir. Ben bu cümlenin doğru olmadığını, hatta hiç çağdaş kılıklı görünmediğini düşünüyorum. Yabancı düşünür -her kim ise-, devlet adamlarına doğrudan toplum mühendisliği görevini yüklüyor. Eğer bu fikri ciddiye alırsak, her devlet adamının işe başlarken hitap edeceği veya yöneteceği toplumu -a priori- bazı iptidailiklerle mâlul sayması gerektiği ortaya çıkar. Bu durumda bir devlet adamının ehliyetini isbat için mutlaka toplumu nâkıs bir noktadan daha müsbet bir yere doğru dönüştürmesi gerekecektir. Problem şurada; ya toplum, o devlet adamından daha müsbet bir irtifâda ise?

Cumhurbaşkanımız, yabancı düşünürün fikrini samimiyetle paylaşıyor olsa gerektir ki, sözlerinin devamında Atatürk'ün, "ümmetten ulus, kuldan birey, bağnaz bir toplumdan çağdaş bir dünya devleti yarat"tığını ileri sürüyor. Atatürk'ün devlet adamlığı vasfı tartışılmaz ama onun, içinden çıktığı toplumun "bağnaz" diye nitelenmesine ve bir başkasının aynı nitelemede bulunmasına rıza gösterdiğini işaret eden delil yoktur. Ne Atatürk, ne bir başka devlet adamı, kendi toplumunu böyle tavsif ederek incitmez.

Tam aksine, bakınız Onuncu Yıl Nutku'nda Atatürk, kendi toplumunu nitelerken neler söylüyor:

"Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihi bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtri zekasını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, milli birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür (...) On beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde muvaffakiyet vaat eden çok sözlerimi işittin. Bahtiyarım ki, bu sözlerimin hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım (...) Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."

Siyasi edebiyatımızın en güzel metinlerinden birini teşkil eden bu nutukta Atatürk'ün takiyye yaptığı ileri sürülemeyeceğine ve esasen bağnaz bir toplumdan on sene zarfında hiçbir toplum mühendisliği gayretinin "yüksek bir insan cemiyeti" çıkaramayacağına göre Cumhurbaşkanımızın bu nitelemesini en azından talihsiz ve iyi tartılmadan sarf edilmiş bir sürç-i lisan sayabilir miyiz?

Bence sayarız.