Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Siz bu yazıyı okurken eminim ki hâdise çoktan eskimiş, dikkatinizden uzaklaşmış olacak. Nasıl olsa Beşiktaş-Bursaspor maçından önce Dolmabahçe civarında çıkan meydan kapışmasında ölen de olmadı, unuturuz. Birkaç tartışma ve haberden sonra ilgimiz pörsür, başka şeylere odaklanırız. Nitekim birkaç gazetede “Sporda Şiddet Kanunu’nun eksikleri tamamlanmadıkça böyle hadiselerin ardı kesilmez” tarzında birkaç haber ve yorum yayımlanmadı değil fakat yeni bir rezalete kadar konuya dönülmeyeceğinden emin olabiliriz.

KANUNLAR OLAYLARI YÖNLENDİRMEZ, İZLER

Sporda Şiddet Kanunu nedir?

Bütün toplumsal meseleleri ille de kanunla çözmek yolundaki alışkanlığımız mucibince 7 Mayıs 2004 tarihinde Meclis, 5149 sayılı bir kanun çıkarmış bulunuyor. Kanun, meseleyle ilgili temel kavram ve olguların tarifini yaptıktan sonra kanuna aykırı eylem yapanlar hakkında genellikle idari ve mali yükümlülükler getiriyor. Anladığım kadarıyla bu kanunun, hapis ve emsâli gibi daha ağır müeyyidelerle ağırlaştırılması, hatta spor mahkemeleri kurulması gibi eksikliklerden yakınılıyor.

Bir fiili kanuna aykırı ilân etmek, fiili kanunla tarif etmek, karşılığında cezai yaptırım koymak elbette hukuk devleti olmanın temel vecîbesi; buna bağlı olarak itaat etmek gereken bir başka vecîbe, kanuna aykırı eylemlerin soruşturulması, kovuşturulması, kısaca kanunun takib edilmesidir. Trafik suçları hakkında hayli etraflı bir mevzuatımız var ve trafik suçlarında dünya klasmanına girecek derecede sâbıkalı bir toplumuz. Sadece kanun yapmakla mesele çözülebilse, trafik suçları istatistiklerinde daha kabul edilebilir bir ortalamaya girmemiz gerekirdi; hâlbuki herkes bilir, Türkiye’de trafikle ilgili kanunları uygulamak, takib etmek ve gereğini yerine getirmek mümkün olmuyor. Trafik cezasına çarptırılan herkes, genellikle şöyle yakınır: “Niçin ben?” Bu itiraz haksız değildir; aynı nitelikteki suçu işleyenlerin bir kısmı (daha doğrusu pek azı) ceza görürken, çoğunluk ceza ve kovuşturma görmez. Bahâneler bellidir.

KANUN YAPMANIN RİSKİ

Devlet herhangi bir meselede kanun yapıp müeyyide koyunca sadece vatandaşı ikaz etmiş olmakla kalmaz; kendini de taahhüd altına koyar. Kanun nerede, kim tarafından ve nasıl ihlâl edilirse edilsin zanlı yakalanacak, tahkikat yapılacak, yargılanacak ve öngörülen cezaya uğrayacaktır; bunu yapmayan veya kısmen yapabilen devlet, kendi güvenilirliğini ve inandırıcılığını yine kendi eliyle zedelemiş olur.

Sporda şiddet konusunda da aynı olguyla karşı karşıyayız.

Meselenin birinci ve en önemli ayağı, spor kulüpleri tarafından seyircinin pohpohlanması, yüceltilmesi ve esirgenmesidir. Kulüpler, taraftarlarına karşı gerektiğinde sert tutum takınamıyor; onlara karşı, “Bizim seyircimiz en büyüktür, kulübümüz ebedîdir. Kimse kulüpten daha değerli değildir; taraftar ise kulübün en kıymetli varlığıdır” tarzında, âdeta dalkavukça bir sempatik yaklaşım geliştiriyorlar. Çok üzücü, hatta sonu cinayetle biten olaylarda bile, “Birkaç kendini bilmezin yaptığı sorumsuzluk, tarihi şan ve şerefle dolu asırlık kulübümüze mal edilemez; olayı kınıyoruz” yollu hafif açıklamaklarla geçiştiriliyor.

Sadece kulüpleri eleştirmek haksızlık; bu konuda herkesten çok daha etkili olabilecek durumda olan kurumlar taraftar dernekleri. Bütün büyük kulüplerin taraftarları forumlar, internet siteleri, dernekler veya benzeri organizasyonlar altında bir araya gelerek güçlenmeye çalışıyorlar. Takımla tribündeki taraftar arasındaki en etkili bağlantıyı taraftar kuruluşları sağlıyor. O kadar etkililer ki, bir kulüp yönetiminin veya başkanının istifa etmesi veya yönetimde kalması, onların verdikleri karara bağlı kalabiliyor. Yöneticiler, taraftar kuruluşlarına karşı hassas ve dikkatli; taraftarlar ise bu hassasiyetin farkında oldukları için karşılıklı menfaatlerini en üst seviyede gerçekleştirmek için ikili bir hayat tarzı (Symbiosis) geliştirmiş durumdalar.

Bu durumda şöyle bir denklem kurulabileceğini düşünüyorum:

-Taraftar kuruluşlarının varlığı, kulüplerin desteğine bağlıdır.

-Kulüp yönetimleri, taraftar kuruluşlarına muhtaçtır; çünkü onlar her nevi organizasyon için kulübe büyük bir destek sağlayabiliyor, organizasyon yapabiliyorlar.

-Taraftar kuruluşları isterse, tribün içi ve tribün dışındaki şiddet olayları tamamen biter; işte o zaman kulüpler, “ferdî olaylar bizi bağlamaz” açıklamasında haklı olabilirler. Sporda şiddetin önlenmesini sırf kanundan beklemek aşırı iyimserliktir. Taraftar kuruluşlarının gücünü, bir mânâda siyasi partilerimizin kurultay delegelerinin yaptırım gücüne benzetebiliriz. Kongrelerde oy kullanmazlar fakat yönetimlerin teşkilinde etkili oldukları açıktır.

FUTBOL BASINININ GÜNAHI BÜYÜK

Bu durumda kanuni düzenlemeyle cezai yaptırımlar getirmeden önce kulüplerin kendi taraftarlarıyla ilişkilerini radikal şekilde gözden geçirmesi ve düzeltmesi gerekir. Taraftar davranışlarının kontrolü, şiddet kullanmaya eğilimli üyelerin topluluktan çıkarılması, taraftar kuruluşlarına maddi menfaat sağlamak için gizli-kapaklı sözleşmelerden kaçınılması ve nihai planda bir “spor seyircisi kültürü” inşa edilmesi ancak bu radikal adımla mümkün olabilecektir.

Çare açık, fakat bu esaslı hamleyi yapabilecek kulüp yönetimi ufukta görünmüyor. Spor basınının işte tam bu noktada eğitici yayınlarla spor kültürünü desteklemesi gerekiyor. Spor basınımız, genel hatlarıyla ne yazık ki, bu konuda eyyamcı davranıyor. Gazeteler her gün büyük takım taraftarları için ayrı sayfalar düzenleyip, “taraftar yazar” çalıştırmak suretiyle aynen kulüpler gibi taraftarlarla iyi ilişkiler sürdürmeye dikkat ediyorlar. Taraftarların eleştirilmesi, kınanması, hele hele taraftar kuruluşlarının kınanması gibi esaslı tutumlara hemen hemen hiç rastlamıyoruz.

Kulüpten ve basından kararlı bir tutumla karşılık gören taraftar kulüpleri, artık üyelerini silahlanarak maçlara, deplasmanlara sevk etmek, maçtan önce içki içmelerine izin vermek, çirkin ve hakaret taşıyan tezahüratlarına göz yummak gibi lâçkalıklardan uzak kalacaklardır.

TOPU KANUNA ATMAK...

Bir sonraki büyük taraftar kavgalarına veya sonu ölümle biten taraftar çatışmalarına kadar bu mesele daha şimdiden raftaki yerini almıştır. Akıllı toplumlar, olayları sağlıklı bir şekilde tahlil ederek üzerlerine düşeni yerine getirirler; aksini tercih edenler ise kendilerinde kabahat görmeyerek konu hakkında kanun çıkarılması için sızlanarak, işlerin eskiden olduğu gibi devamından rahatsızlık duymayacaklardır.