Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hayır, hiç mâkul değil! Futbol dünyasında olup bitenleri bir mantıkla açıklama gayretleri sonuçsuz kalacak; ta ki futbolun ülkemizde nasıl algılandığı konusunda sosyal psikolojik derinliği ve değeri olan analizleri devreye koyuncaya kadar olup biteni tam anlayamayacağız ve tartışmanın tarafları birbirini hırpalayıp duracak.

Futbol, 3 Temmuz 2011 tarihine kadar bir oyun ve eğlenceden ibaretti; bu tarihten sonra futbolun “oyun” düzlemini terk ederek bir inanç meselesi hâline getirildiğini hayretle fark ettik.

İnanç kelimesini kuvvetle vurguluyor ve altını çiziyorum; sayısı mübalağasız milyonla ifade edilen bir kısım futbol taraftarı için 3 Temmuz’da başlayan olaylar silsilesi, “doğru inanç sahiplerine” sistemin revâ gördüğü sistematik bir zulüm gibi kabul edildi. İnançlarından ötürü baskı gören ve şiddete mâruz kalan dinî toplulukların göstereceği türden tepkiler gösterildi. Sebepleri ve sonuçları kimse serinkanlılıkla değerlendirmeye yanaşmadı. Tam kesinleşmese bile hayli netleşen yargı kararları, bu psikoloji ile küçümsenip değersizleştirildi; bu mağduriyet hâli içinde yöneticiler, taraftarlar ve onların basındaki uzantıları, kişilerle kurumları birbirinden ayrıştırarak “Kurum”u yüceltme kampanyası açtılar: Kurumlar ebedîydi, lâyüseldi ve hatâlardan münezzehti!

Olup bitenleri artık futbol dünyasına ait kavramlarla açıklamanın faydası yok; futbol sevgisi, zevki veya tutkusu tehlikeli bir inanca dönüştü; bu süreçte spor basınımızın çok büyük payı ve dahli var. Futbol basını, bu büyük ve vahim dönüşüme, ahlâki değerlere sahip bir fikr-i selim üssü olarak yaklaşmadı; borsada hisse senetleri işlem gören bir yatırımcı gibi davrandı: Taraftar dalkavukluğunu en büyük değer yerine koydu. Yalan veya en azından mâsumâne temennî haberleriyle yeni inanç sisteminde yerini korumaya baktı. Öte yandan futbol yöneticiliği, büyük bir hızla spor kapsamından dışarı taşarak kısa yoldan güç ve itibar sahibi olmanın vasıtası hâline geldi, meşrûluk kaynağı oldu. Sair zaman ve zeminlerde esâmisi okunmaz kişiler kulüp yöneticiliği ile hızlı yükseliş asansörüne bindiler; taraftarla ve taraftar basını ile riyâkâr ilişkiler kurup geliştirerek güçlü olmanın zevkini tattılar ve bütün bu süreçte oyunu bozmamaya, “Kral çıplak!” anlamına gelebilecek çıkışlar yapmamaya dikkat gösterdiler.

Kimse, yeni futbol dininin münafığı olmak istemiyor yani.

Sosyoloji kitaplarına geçecek derecede mânidar bir gelişme, geçen hafta içinde yaşandı; On gün önce heykeli dikilecek kadar sevilen bir profesyonel futbolcu, on gün sonra kulüp başkanına, lâyüsel ve kişilerden çok daha ulvî bir yükseklikte bulunan kulüp camiası değerlerine saygısız davrandığı gerekçesiyle resmen kapı dışarı edildi.

İşini lâyıkıyla yerine getirdiğine dair herkesin hemfikir olduğu bir sporcu, kulüp değerlerine zarar verdiği gerekçesiyle kovulurken, onu kovan yönetici, henüz kesinleşmemiş mahkeme kararıyla ağır suç ithamı altında bulunmasına rağmen görevi başında.

Siyaset dünyası, bekleneceği üzre çakma futbol dininin câzibesinden uzak kalamadı. Futbol seyircisinin aktif desteği henüz hesapta yok fakat, “Filan parti kulübümüzün ulvî değerlerini hiçe saydı, bize zarar verdi” yollu aleyhte kampanyalara mâruz kalmaktan ödleri kopuyor. Bu endişenin siyasi partiler üzerindeki tesiri, 2011 yılı Aralık ayında bütün çıplaklığı ve netliği ile görüldü; aynı yılın Mart sonunda, futbol yöneticilerinin ricâsı üzerine kabul ettikleri 6222 sayılı kanunu, yine futbol camiasından gelen ricâlar (!) üzerine 8 ay sonra tâdile uğratarak yaptırımlarını hafiflettiler. Bu anlamlı hâdise, çakma futbol dininin çakma ilâhları tarafından gazaba uğramamak için siyaset ve basın dünyasının ne kadar “prensipsiz” davranabildiğinin açık deliliydi.

Futbolu artık umursamıyorum, çakma futbol dinine de aldırış etmiyorum ama hayatlarının sair kısımlarında sâkin, dengeli, nazik davranabilen insanları, taraftarlık söz konusu olduğunda ılımlılıktan uzaklaşıp birer fanatiğe dönüştüren yeni dalgayı endişeyle izliyorum. Bu tehlikeli bir gidişât. Futbol âleminde kendi eğrilerini doğrultma arzu ve irâdesi yok. İşin kötüsü, bu kötü gidişi görüp tedbir alabilecek durumda olanların da sakallarını, çakma dinin merdânesine kaptırmış bir görüntü vermeleridir.

Vâ esefâ!