Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

'Sınıf' kelimesi, vaktiyle Türkiye'de turnusol kâğıdının görevini yerine getirircesine insanların siyasi eğilimlerini deşifre eden bir tesir yapardı; Marksist teoriyi bilim yerine koyanlar, olup bitenleri "sınıfsal analiz"den geçirerek anlamayı tercih eder ve Türkiye'de sınıf kavgası yaşandığını ileri sürerlerdi; buna mukabil zihnî plânda "sağ"da yer tutanlar ise sınıf kavramından ürker, Türkiye'nin sınıfsız bir toplum, "bir millet" olduğunu savunarak Türk tarihinin ve toplumunun sınıf penceresinden anlaşılamayacağını söylerlerdi.

Bu satırların yazarı ikinci gruba dahildi: Bizim ne asillerimiz vardı, ne de ruhbânımız; burjuvazimiz yoktu, işçi sınıfımız da yoktu; öyleyse bu verilerden hareket eden Marksist teoriyi araç gibi kullanarak Türkiye'de olup bitenleri kavramak yanlış, en azından hatâlıydı.

BURJUVAZİMİZİN AHVALİ

Aradan şöyle böyle yarım asır geçti; Türkiye çok hızlı bir değişim sürecine girdi; hâlâ bir asiller sınıfımız yok; fakat küçük burjuvazi arasından sıyrılan ve toplam nüfusa oranlandığında sayı itibariyle büyük bir mânâ ifade etmeyen bir yüksek burjuva kesimi oluşmaya başladı; bunlar daha ziyade serbest meslek erbâbı arasından yükselen dinamik, parayı yöneten ve siyaset mekanizması üzerinde giderek daha fazla etkili olmaya başlayan bir topluluk olarak dikkat çekiyor. Dolayısıyla yüksek burjuvazinin siyasi kanaatleri (ideolojisi) giderek daha belirgin ve belirleyici nitelik kazanıyor. Orta halli şehir sâkinlerinden teşekkül eden küçük burjuvazi ise Türkiye'de âdeta kalkınmanın ve modernleşmenin itici gücü duruma gelmekte; bu sınıfın geliri giderek yükselmekle beraber tüketim alışkanlıkları itibariyle gelirlerinden daha iyi yaşama arzusu gösteriyorlar. Burjuvazi'nin siyasi yaklaşımı "istikrar" kavramı üzerine kurulu. Ekonomi yönetiminin müdahaleci arzularını hoş karşılamıyor, Türkiye'de liberal politikaların taviz verilmeksizin uygulanmasını savunuyorlar. Denilebilir ki ülkemizde AB yanlısı politikaları samimiyetle isteyen ve destekleyen tek grup burjuvazidir.

YÜKSEK BÜROKRASİ; SINIFSIZ SINIF!

Aslında burjuva sınıfı içinde yer alması gereken yüksek bürokrasi ise sınıf yapısına ters bir yaklaşım göstererek, 30'lu yılların sert karakterli, demokrasiden çok cumhuriyete ve tek partici toplumculuğa vurgu yapan bir ideolojiyi savunuyor. Kendi içindeki dayanışma ile varlığını sürdüren bu sınıfın Türkiye'nin geleceğinde yer alması pek tahmin edilmiyor; zira bu görüşün temsilcileri girdikleri her seçimde biraz daha küçüldüklerini görüyorlar.

PEKİ YA İŞÃ‡İ SINIFI?

Türkiye'de bir işçi sınıfının varlığından şüphe edilebilir mi? Elbette edilemez; fakat işçi sınıfı Türkiye'de, sivil sermayenin darlığı ve azlığı sebebiyle kamu sektöründe yer tutan işçilerin sendikal hareketi olarak boy gösterdi ve karşısında işveren olarak sadece siyasetçileri gördüğü için sendikal mücadelede hiçbir zaman sahici bir tutum (çelişki) takınamadı. 12 Eylül Anayasası ile sendikal hareketin alanı daraltıldı ve Türkiye yüksek enflasyondan kaynaklanan bir dizi İMF operasyonu geçirmek zorunda kalınca KİT'ler büyük ölçüde tasfiyeye uğradı ve eski toplu pazarlık şenlikleri tarihe karıştı. Türkiye bugün yüksek işsizlik oranları ile mücadele etmek zorunda; kamu istihdamı eskiye göre yok derecesinde azaldı. Özel sektörcü ve istihdam artırılmasını öngören politikalar sendikacılık hareketlerini zayıflattı. Asgari ücretle iş bulmak nimet haline geldi. Bu yüzden Türkiye'de işçi sınıfının ancak 21. asırdan sonra yeni bir devreye girdiğini söylemek mümkündür. Henüz oluşum halinde bulunan bu sınıfın, 20. yüzyıl ortalarındaki şaşaalı günlerine dönmesi de beklenemez; fakat Türkiye'nin giderek nitelik kazanan işsiz işgücü, ülkenin yarınını belirleyecek yeni bir potansiyel olarak bekliyor.

KÖYLÜLER: TASFİYE HALİNDEKİ SINIF

Köylü sınıfına gelince; Marksist teorinin pek hesaba katmadığı, ancak 20. yüzyılın ortasında Mao tarafından Marksist ihtilâlin unsurlarından biri olarak teoriye ilave edilen köylüler, Türkiye'de son elli senede en çok yatay ve dikey hareketlilik gösteren sosyal sınıf olarak bütün dikkatlerin odağında yer alıyor. On bin senelik Anadolu tarihinde köylüler ilk defa toprağı terk ederek şehirlere yerleşiyor ve üretim modeli değiştiriyorlar. Bu değişimin etkilerini Türkiye çok yakından yaşıyor ve hissediyor; ama ideolojik tartışmaların saçmalığı esnasında bu olguyu yeterince değerlendirmekten uzakta bulunuyoruz. Konuyu biraz daha açık tarzda izah etmeyi denersek:

1-Köyün şehre akını, Türkiye'de şehir kültürünün, yani küçük burjuva ideolojisinin yeniden biçimlendirilmesi gereğini vurguluyor. Büyük ve eski şehirlerin çok sığ bir tabakasında tutunabilen eski "şehirli" birikimi artık geçersizdir.

2-Türkiye gecekondu meselesini çözmüştür; çünkü şehirlerin yeni nüfusu, siyasi mekanizmayı doğrudan veya dolaylı olarak etkileyerek önce gecekondu yerleşimlerini imar kapsamına sokarak meşruluk kazandırmış; ardından rantiye sektörü aracılığı ile büyük şehirlerdeki ikamet problemini toplu konut yoluyla halletmiştir.

3-Şehirlerin yeni sakinleri köyden şehre göçerken yatay, iş dünyası ve siyasette hızla yükselişe geçerek dikey bir hareketlilik sergiliyor; bu sınıfın iç dinamizmi çok yüksektir ve bu sınıf siyasi platformda merkez sağ partilerde kendini rahatça ifade edebilmektedir. Cumhurbaşkanı'nın geçen hafta, kendisinin de bir işçi çocuğunu olduğunu hatırlatarak, "Türkiye'de sınıflar kırıldı" sözü bu çerçevede daha iyi mânâsını buluyor.

4-Türkiye'nin Kürt meselesi, bu açıdan bakılınca farklı bir mahiyet sergiliyor: Türkiye'de Kürtlerin mühim ve tayin edici miktarı, ülkenin batısındaki büyük şehirlerde yaşıyor; Kürt nüfusunun şehirleşmiş kısmı olmak itibariyle bunlar, siyasi ve ekonomik sisteme entegre olmuş durumdadır ve ayrılıkçı teröre hiç de sempatiyle baktıkları söylenemez.

5- Başörtüsü meselesine aynı açıdan baktığımızda daha farklı bir şeyle karşılaşıyoruz: Başörtüsünü ideolojik bir sembol gibi görenler veya görmek isteyenler, başörtüsünün şehirleşme ile ilişkisini fark etmezden geliyorlar; halbuki bu faktörün de hesaba katılması gerekirdi. Köyden şehre göçenlerin ideolojik yaklaşımı genel hatları itibariyle İslami ve muhafazakârdır; bu nüfusun kadınları ise -eğitimli olsunlar veya olmasınlar- şehirde toplumsal hayata iştirak için başlarını örtmeyi (başörtüsü ve uzun bol pardesü niçin en yaygın kıyafettir?) en tabii çözüm kabul ediyorlar.

HAYDİ SEVİNİN: BAL GİBİ MUASIRLAŞMAKTAYIZ!

Bu tahlili zenginleştirmek ve derinleştirmek mümkündür çünkü bu bakış açısı, meseleyi sadece ideolojik pencereden görüp, "bunlar rejimi değiştirmek istiyorlar" diye algılayan görüş sahiplerinden daha renkli ve anlaşılır bir tablo sunuyor. Bu gibilerin içini ferahlatmak için birkaç tesbitte bulunarak meseleyi noktalıyorum; gerekirse yine tartışırız:

1- Türkiye'yi yöneten kadro, son elli yıl içinde köyden şehre göçmüş ve göçmekte olanların arasından çıkmıştır.

2- Bu nüfus, iş dünyasında artık dikey hareketlilik yeterliğine gelmiştir; sermaye tutmakta, üretkenleşmekte ve akılcı yatırımlar yapmaktadır.

3- Bu nüfus modernliğin bütün nimetlerine taliptir; daha iyi yaşamak, hızla toplumsallaşmak ve Batılı tüketim modellerini (ve elbette Batılı siyaset standartlarını) hızla kazanmak arzusundadır.

4- Şu an itibariyle bir geçiş devri yaşadığımız için bu sınıfın ilelebed muhafazakar ve dindar kalacağı varsayımı doğru olmayabilir. Zira dünyevileşme, dünyanın her yerinde seküler temayülleri de ardında sürükler.

5- Türkiye, tarihinde ilk defa köylü bir toplum olmaktan çıkmakta ve reformcuların temenni ettiği mânâda "muasırlaşmakta"dır; buna üzülmek mi sevinmek mi lazım geldiği ise hayli su götürür bir mevzudur.