Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Ben başarısız isem Danimarka'nın hocası Morten Olsen'in çoktan gönderilmesi gerekirdi" demiş Ersun Yanal, "gönderilmeyi hak etmedim" diye ilavede bulunmuş.

Yunanistan'la İstanbul'da oynadığımız maç sona erdiği an, yanımdakilere, "Yanal gider, Terim gelir" dediğimi gayet iyi hatırlıyorum. Ne sezgi, ne kehanet ne de temenni; veya her üçü birden.

Ersun Yanal, futbol gibi son derece basit bir mantık kurgusuyla oynanan bir oyuna, zihninde ve düşünce dünyasında gereğinden fazla derinlik verdiği ve neticede tutarsızlığa takılıp kaldığı için işinden oldu. Maçlarla ilgili istatistiklere ve bilgisayar analizlerine verdiği önem, kağıt üstünde onun, futbolun düz mantığına inandığını ihsas ediyordu ama neticede "içimizden biri" olduğu gerçeğini hesap edemedi. Başka istatistikler de vardı ve o, istatistik analizleri arasında seçme yaparken hissi davrandı ve ihmal ettiği istatistikler, milli takım kariyerini sona erdirdi. Bazı yorumcular Yanal'ın görevden alınmasına, lig takımlarından birini çalıştırırken bazı tatsız dedikodularda isminin geçmesini zikrediyorlar. Bu söylentilerin sıhhati hakkında kimse bilgi sahibi değil ama hepimizin bildiği bir başka Türkiye gerçeği var: Sahada başarılı olsaydı, geçmişte isminin karıştığı dedikoduları bugün kimse hatırlamayacaktı. Dolayısı ile Yanal'ın kendini Danimarka'nın teknik patronu ile kıyaslamasında kuvvetli bir mantık illiyeti yoktur.

"Yanal gider, Terim gelir" derken seslendirdiğim bir temenni değildi; belki, "bu işin varacağı nokta budur" makamında bir tahmin. Fatih Terim, Türk spor basınında çok güçlü bir "taraftar" desteğine sahip. "Ben Terim'i biraz tanıyorsam Türkiye'de görev kabul etmez" yorumunda bulunanlar kadar, "Ben Terim'i tanıyorsam milli vazifeden kaçınmaz" şeklinde yazanlar da aynı taraftar korosunun üyeleri sayılırlar. Son bir haftadan beri Fatih Terim'in başarılarla dolu futbol kariyeri üzerine yazılan derin hayranlık tahlilleri okuyup durmaktayız. Bu hayranlar korosuna katılmamı engelleyen küçük bir pürüz var bana göre; Terim'in Galatasaray'da geçirdiği son teknik direktörlük tecrübesi, bir teknik adamın uğrayabileceği her nevi talihsizlik ve başarısızlık örnekleriyle hayli zedelendi ve yerine Hagi'nin getirilmesiyle sona eren bu başarısız dönem, bana göre Terim efsanesini bir hayli gölgeledi. En azından onun bir futbol sihirbazı olmadığını öğrenmiş olduk. Halbuki, Yanal gözden çıkarıldığında Terim'in akla gelen ilk ve en makul isim gibi görünmesinde, onun sıra dışı futbol bilgisine duyulan derin ve müşterek güven hissi bulunuyor. Ne var ki şu gerçeği de kabullenmeye mecburum; Türkiye'de Fatih Terim'in yegane rakibi, kendisidir; şu manada: Bu efsaneyi ancak yine bizatihi kendisinden kaynaklanan olumsuzluklar sona erdirebilir ve Fatih Terim, kendi derununda taşıdığı olumsuzlukları, zannıma göre meziyet olarak algılamaktadır. Daha önce de yazdığımı hatırlıyorum: Terim kendisiyle barışık bir görüntü vermiyor ve o, kendi "ben"iyle yaşadığı çatışmaları dışarıya aksettirdiğinde futbol kamuoyunda "güçlü ve karizmatik hoca" algısını güçlendirdiğinin farkında. Karışık ve anlaşılması zor bir durum; bu kertede söylenilmesi gereken nihai hüküm şudur bence: Terim, hata işlediğini fark ettiğinde bile, durumu başka faktörlere izafe ederek özgüvenini muhafaza etmeyi tercih ediyor ve bu hali, onu sevenlerde sempati ile karşılanıyor.

Futbolda veya siyasette, "tek adam"ların gücünü ve karizmasını inşa eden aslında bizleriz; yani kamuoyu. Onları, beklentimize cevap verdikleri oranda güçlendiriyor ve destekliyoruz. Kadim Yunan tiyatrolarının duvarındaki ibareyi hatırlatarak hatm-i kelam edelim:

"Ne gülüyorsun (ağlıyorsun); anlattığım senin hikayen!"