Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlk günlerin hedef ayırd etmeden sürdürülen yoğun salvosu hafifledi; tipi dinmeye yüz tuttu. Artık daha serinkanlı yorumlar yapılabiliyor; buna dahi şükretmek lâzım.

Tipi dindi ama henüz koordinat tesbitinde bulunacak derece net görüş imkânı doğmadı. İşin içinde başka işler olduğunu herkes hissediyor da adres göstermek konusunda Kocatepe Cemaati kadar tezcanlılık gösteren pek yok gibi. Üzerinde en fazla durulan ihtimâl, saldırının Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkilemesi üzerine kurulan spekülasyonlar.

Bu istikametteki akıl yürütmeler, gelecek sene yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin çok önemli ve tayin edici olduğu zannına dayanıyor ama iç ve dış siyasi dengeler hesaba katıldığında yeni Cumhurbaşkanlığı seçimini kimin kazanacağı bana pek önemli görünmüyor. Aklınıza gelebilecek en radikal ve olmaz isimle en mutedil ve elyak şahsın devlet başkanlığına gelmesi arasında sistemin işleyişi bakımından mühim bir arıza çıkacağını zannetmiyorum; Başkanlık sisteminde belki ama bu sistemde Cumhurbaşkanı, abartıldığı ölçüde tayin edici değildir. Biz meselelere sadece iç siyaset perspektifinden bakmayı alışkanlık ettiğimiz için bu seçime kilitlenmiş bir görüntü veriyoruz.

Esas mesele, Danıştay saldırısı örneğinde yaşadığımız üzre iç direncimizi, milli mutabakatımızı sarsmayacak derecede kavî ve sarsılmaz bir sağduyu noktasında buluşmayı beceremiyor olmamızdır. İç siyasette güvensizlik en büyük zaafımızdır. Hani şartlı refleksin zebûnu bazı insanlar vardır; küçük bir el veya yüz hareketini tahrik kabul ederek derhal savunma veya saldırı durumuna geçerler. Krizler karşısında rejimin temel unsurları (iktidar, muhalefet, basın, anayasal kurumlar ve ordu) hemen "tik" durumuna geçerek önceden tahmin edilmesi pek kolay tepkiler üretiyorlar. Dış politika dengelerini tek başına değiştirme gücümüz olmadığına göre bizim mukavemetimiz ve kuvvetimiz, ancak kendi zaaflarımızı ıslah ile kabil olabilecektir. "İç güvensizlik" kavramıyla bu zaaf halini işaret ediyorum.

Basit bir ayrıntıyı hatırlatayım: Saldırıya uğrayan Danıştay Hâkimi hanımefendi, "Kaatil ateş ederken hiç konuşmadı" diyor; halbuki olayın üzerinden yarım saat bile geçmeden yabancı haber ajanslarına saldırganın tekbir getirdiği rivayeti üfürülmüş bulunmaktaydı. Bir başka Danıştay üyesi hanımefendinin bu rivayeti doğrulayan sözlü ifadesini ise canlı yayında hep birlikte izledik.

Şık mıydı? Hayır, o bahsettiğimiz "tik"ti; o meş'um önyargı!

Bu tikin üstesinden gelemezsek, birbirimize güven duyacak derecede tanış olmazsak, tanışıklığı anlayışa tahvil edemezsek, her krizde canımız ağzımıza gelecek. Etnik bölünme kadar beter, belki ondan daha derin bir ötekileştirme cereyanında kendi yandaşlarımızın alkışlarına tutunarak daha nereye kadar mesafe alabiliriz?

-Eğer böyle bir klişeyi ciddiye almak gerekirse- Laikçiler, dindarlara muhtaç; dindarlar da laikçilere. Laikçinin Cumhuriyet dediği şey, dindarın lugatinde devlettir. İster devlet diyelim, ister cumhuriyet; onu korumak en birinci vazife ise her iki taraf da birbirini anlamaya, hoş görmeye, hatta sevmeye mecbur; vaktiyle kuruluşunda elbirliği etmiş unsurların, devleti sıyanette de aynı dayanışmayı göstermesi elzemdir. Cumhuriyeti eli silahlı kaatiller yıkamaz ama duvarları nefretle tahkim edilmiş kamplaşmalar iki günde altını üstüne getirir.

"Anlamak affetmektir" denilmiş; anlamayı murad edinirseniz, affeder, hatta seversiniz ve o gün fark edersiniz ki bu ülkenin dincileri de laikçiler gibi modernite'nin dümen suyunda batmamak için çırpınıp duran iki kaafiledir neticede. Ve bu dâr-ı dünyada bu iki makûlenin, Türkiye'den başka tutunacak dalı yoktur.