Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçtiğimiz cumartesi günü, eğitim tarihimize yeni bir satır başı açıldı. Türkler, Ortadoğu coğrafyasındaki ilk Türk üniversitesini, Kuzey Irak'taki Bölgesel Kürt Yönetimi'nin en büyük şehri Erbil'de kurdular.

O gün orada, Işık Üniversitesi'nin açılış konuşmalarının yapıldığı salonda dinleyiciler arasındaydım; o bakımdan bu haberin Türkiye'de nasıl yankılandığını bilmiyorum fakat Ortadoğu'nun en itibarlı haber kanalı El Cezire'de bu hadisenin günler öncesinden altı çizile çizile vurgulandığından haberdarım.

Açılış törenine Türkiye'den gelen bir parlamento heyetine ilaveten, Erbil'deki Bölgesel Kürt Yönetimi'nin Başbakanı Neçirvan Barzani'nin de katılarak çok sıcak ve ümitvar bir konuşma yapması ve Türkiye'nin Musul Başkonsolos Vekili Ahmet Yıldız'ın, Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın mesajını okuması, Ortadoğu diplomasisinde önemli bir gün olarak kayıtlara geçti. Bilindiği gibi Türkiye, resmî ismiyle Irak'taki Kürdistan Bölgesel Hükümeti'ni henüz resmen tanımadığı için diplomatik temsil yeri olarak, Bağdat'taki merkezî hükümet bölgesinde bulunan Musul'u tercih ediyor. Bir Türk diplomatının "Kürdistan"a resmen geçerek resmî bir törene katılması bu açıdan büyük önem ve anlam taşıyor.

Kürt dostlarımız, şu yazının üslubundaki mütereddid ifadeleri çoktan fark etmiş olmalılar; mesele kısaca şu: Türkiye, Irak'ın kuzeyindeki Bölgesel Kürt Yönetimi'ni kısaca "Kürdistan" olarak adlandırmıyor; o yüzden ne zaman bu kavramı kullanmak gerekse ya kısaca "Kuzey Irak'taki yönetim" veya tam ismiyle "Irak'ın Bölgesel Kürdistan Hükümeti" tamlaması tercih ediliyor. Bu ifade tutukluğu, Erbilli Kürtleri açıkça üzüyor fakat anlayışla karşılıyorlar. "Kuzey Irak" tabiri hakkında fıkra bile üretilmiş -ki hadisenin gerçek olduğunu söyleyenler de var-: 14 yaşındaki bir kız, Erbil yönetiminin verdiği pasaportla Türkiye'ye giriş yapmak isterken bizim polis, çocuğa adını soruyor. Kızın adını ebeveyni meğerse kuruluş günlerinin heyecanı ile Kürdistan koymuşlar. Kızcağız da "başıma iş açılır" endişesiyle şu cevabı veriyor,

-Kuzey Irak!

Anlatıldığı her yerde kahkahalarla karşılanan bu hadise, -yine o gergin ifade ile- "Bölgesel Kürt Yönetimi"nin durumunu da özetliyor: "Kürdistan" henüz çiçeği burnunda bir genç kız. Gelişip serpiliyor fakat başında bin türlü sıkıntı var. Anayasal mânâda henüz egemen bir devlet değil; şeklen Bağdat'a bağlı fakat pratikte egemen bir devlet gibi organize olmuş. Görünen o ki, tırnak içinde, "Kürdistan"ın bağımsız ve hür bir ülke olarak tanınması "görünen köy" mesâbesinde bir olgudur; ne var ki Türkiye açısından bu olguyu henüz hazmedilmez kılan en büyük faktör, PKK ve terörü siyasi alet gibi benimseyen Kürtlerin sert tutumudur. Bana öyle geldi ki, silahlı terör tehdidi izâle edilebilse, Türkiye, en yakın komşusu, hatta akrabası mevkiindeki "Kürdistan"ı tanımakta ve ona destek çıkmakta hiç de isteksiz davranmayacaktır.

Evet, bu yazıya sinen diplomatik dil benim üslûbum değil ama durum kısaca böyle. "Kürdistan"da sıcak bir alaka ile karşılandık; güzel insanlar tanıdık; yakın ilgi ve muhabbet gördük; yeni yeni Kürt ahbaplar edindik; gecenin geç saatlerine kadar hararetli ama samimi sohbetlerde bulunduk. Nasib olursa önümüzdeki günlerde bu tesbitlerimi birkaç uzun yazı serisi halinde sizlerle paylaşmak istiyorum.

Şimdi bu yazının ikinci cümlesine dönmek istiyorum; oradaki "Türkler" ibaresini lütfen "Şu bizim çılgın Türkler" diye okuyunuz; inanınız ki, Türkiye'den yola çıkarak dört iklimde dünya çocuklarına eğitim hizmeti veren o gönüllü öğretmenler kadrosu gerçekten çılgınca işler yapıyor ve o ünlü tamlamanın içini bu defa hamâset yerine bilim, iyi niyet, vakar, enerji, feragat ve aşkla doldurarak, bilinen "Türk" imajına gülümser ve pozitif bir edâ katıyorlar. Ben bu çılgın Türk öğretmenlerini çok seviyorum; siz de dualarınızla bu çılgın çocukların feragatine mânen destek olunuz.