Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye henüz Formula 1 yarışlarındaki tanıtım zaferinin mahmurluğunda iken Marmaris ve Antalya'dan gelen bomba haberleri yabancı ajanslarda art arda geçmeye başladı.

Marmaris'teki bombalar ölüme yol açmadı; 10'u İngiliz, 11'i Türk 21 kişi yaralandı ama Antalya'daki bomba 3 kişi öldürdü, aralarında turistlerin de olduğu 30 kişi yaralandı.

Bombaları atanlar, attıranlar, gizlendikleri kovukta eylemin başarıya ulaştığını görüp ellerini ovuşturuyor olsalar gerektir, çünkü Batılı haber merkezleri bu terör eylemini anında öne çıkardılar. Türkiye, Batılılar indinde "tatil yapılması riskli" bir ülke imajına sokuldu.

Hadiseye bir de şu açıdan bakalım: Bu nâmert bombaları atanlar ve attıranların terör yaratmak, gün ortasında çarşı-pazarda gündelik işler peşinde koşan mâsum insanların kolunu, bacağını koparmak dışında bir Batılı haber ajansının bültenini alakadar edecek hangi meziyetleri (spor, bilim, edebiyat, ticaret, sanat) olduğunu düşünelim? Yok; yapabildikleri tek şey, savaşçı, hatta gerilla olduklarına inandırılan eğitimsiz gençlerin eline bomba tutuşturup insanların canını yakmak ve ardından "barış" mavalı okumaktan ibaret.

Bombaları attıranlar, kravat taktıklarında, medenî insanlar gibi konuşmak ihtiyacı hissettiklerinde birtakım ulvi değerlerden, barıştan, haktan, evrensel hukuktan söz ediyor ve taleplerini dillendirmek için şiddetten başka çare bulamadıklarından yakınıyorlar. Babasıyla barışmak için kendi evini kundaklayan bir evlat, şirketten hakkını alabilmek için arkadaşlarını öldüren bir işçi, eylemini mazûr göstermek için "mecbur bırakıldığını" ileri sürdüğünde nasıl inandırıcı olabilir?

Çok garip ve anlaşılmaz bir şeydir ki, Batılılar, arada üç-beş tane kendi vatandaşlarını kaybetseler de teröristlerin izahlarını ciddiye alıyor, inandırıcı buluyorlar; böylece terör eylemi, teröristler açısından verimli ve sonuç alıcı bir "politik dil" haline geliyor. Bombalardan ötürü derin mağduriyet yaşayan Türkiye ise çarşıda-pazarda sıradan insanların güvenliğini sağlamaktan âciz, yurttaşlarının mühimce bir kısmına parya muamelesi yapan, onların en masum dileklerini askeri şiddet kullanarak bastırmaya çalışan bir ülke görüntüsüne sokuluyor.

Bu kârlı reklâm çalışmasının bedeli sadece bir bomba; nâmert bir bomba ve onu masumların arasına fırlatacak nâmert bir yürek. Maalesef sudan ucuz bir mâliyet; keşke bu hükmü verirken dilimiz titreyebilseydi, "hayır, aramızdan o kadar nâmerdi çıkmaz" diyebilseydik.

Türkiye, bu propaganda açmazından kurtulmayı başaramadı; şiddete karşı askeri ve inzibati tedbirlere yöneldikçe kınanıyor; daha demokratik ve soğukkanlı usulleri denemediği için ayıplanıyor. Bombacılar Türkiye'yi böylece adım adım -sıkça telaffuz ettikleri ama içini dolduramadıkları- o garip çözüme, yani "barış"a zorladıklarını düşünüyorlar. Öyle hale geldik ki, "barış" lâfı duyunca tüylerimiz diken diken oluyor; çünkü biliyoruz ki imâ ettikleri barışın alternatifi bombadır, suikasttır, orman yangınıdır veya bir başka cins nâmertliktir. Aynı kültür kodlarını paylaştığımız için bu kadarını elbette tahmin ediyorlardır; barış böyle olmaz; şiddet şantajıyla barış pazarlığı yapılmaz. Neticede varacakları yer, akıllarından geçen barışın tam tersi bir yerdir. Bu usulle Türkiye'nin demokratikleşmesine hizmet etmediklerini biliyorlar ve esasen tam aksi istikamette gayret içindeler.

Bu bombalar, daha çok demokratikleşerek, sosyo-ekonomik iyileştirmeler sağlayarak meseleyi çözeceklerini zannedenleri uyarmış mıdır bilmem; iki gün sonra bombaları unutur, yeniden barış mavalları dinlemeye başlarız.

Tıynet meselesidir bu muhatap olduğumuz; anlatabiliyor muyum?