Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün Tahran'da İslâm dünyasının devlet temsilcilerine hitaben yaptığı konuşma, mânâsı itibarıyla çok önemli, zamanlaması bakımından hayli gecikmiş bir muhteva taşıyordu; bu bakımdan beklenen etkiyi uyandırmayacağı tahmin edilebilir:

Aynı hitap ve inisiyatif tarzı en azından bir sene önce tercih edilmeli, hatta Türkiye 1950'den sonra, tarihin ve jeopolitiğin kendisine biçtiği "İslâm dünyasının mızrak ucu" olmak görevini, sistematik bir ısrarla tekrarlamalıydı. Şimdi "bâ'de harab'ül Basra"dır ve İslâm âleminin içine düştüğü siyasetsizlik krizini en iyi, dünkü Hürriyet'te yayınlanan bir fotoğrafta görebilmekteyiz: Fotoğraf, çok yönlü okumalara müsaittir; resimde Kerkük'ün "seçim"le göreve gelen yeni Kürt Valisi Abdurrahman Mustafa'yı, çarşaf büyüklüğünde bir Amerikan bayrağının önünde, Anglo"Saxon tarzında sağ elini havaya kaldırarak yemin ederken görüyoruz. Yemin edenlerin hemen bir metre kadar arkasındaki koltukta muharip kıyafetleri içinde matruş ve âbus çehreli bir Amerikan generali yer alıyor. Kerkük'ün askeri ve siyasi işlerini tanzim etmesi için ABD hükümeti tarafından görevlendirilen General Reymond Odierno, hemen önünde temsil olunan siyasi müsamereyi küçümseyen, ilgisiz bir edâ ile odanın tavanında muhayyel bir noktaya bakmaktadır!

Tepeden tırnağa doğru ama gecikmiş sözlerdi Abdullah Gül'ün Tahran konuşması: "Yeni bir vizyon edinmeliyiz, kadın"erkek eşitliğini önemsemeli, içişlerimize çekidüzen vermeli, temel hak ve hürriyetleri temin etmeli, gelir dağılımı eşitsizliklerini önlemeli, hayat standartlarını yükseltmeliyiz". Devletin en geleneksel ve ciddi siyaset üreten kurumlarından birisi olarak şöhret yapan hariciyemizin en ziyade tenkide müstahak tarafı, Türk dış politikasının inisiyatif üstlenmekte gösterdiği gönüllü kararsızlık olarak nitelense yeridir. Türkiye, İslâm Zirvesi ve benzeri politik platformlara hep, "biz aslında Batı dünyasına aitiz ama katılalım da âdet yerini bulsun" tavrını açıkça hissettiren bir inançsızlıkla katıldı; aynı tavrını, İslâm ülkelerine gönderdiği diplomatik temsilcilerin seçiminde de hissettirmekten çekinmedi. Serdedilen bu yarım ağızlı gönülsüzlük, nihai tahlilde İslâm âlemi içinde siyasi ağırlığımızı zedeleyen bir tavırdı; oysaki bu manivelayı ciddiyetle kullanarak İslâm dünyası içinde yüksek bir politik itibar edinebilirdik; bundan hassasiyetle kaçındık. Abdullah Gül'ün Tahran konuşması, işte bu bakımdan en az otuz"kırk sene gecikmiş bir retoriği temsil ediyor ve Türkiye lehine bir menfaat sağlaması zayıf ihtimâldir.

Amerika bugün İslâm dünyasını, dut dalını silkeler gibi sarsıyor. Suudi Krallığı, İran ve Suriye, ABD'nin kaba ama etkili siyasi taarruzu karşısında siyaseten giderek daha da çaresiz hale geliyor. Aynı retoriği, dış politikamızın hesaplı bir rüknü haline getirebilmiş olsaydık, bugün Sayın Gül'ün söyledikleri daha yüksek dozda samimiyet ihtiva ediyor olabilirdi; halbuki bugün için aynı sözler, "raylardan uzaklaşın, tren geliyor" ikazından başka anlam taşımıyor.


"Tesettür defilesi" konulu haberlerden gınâ geldi; yeni İslâmi"muhafazakâr siyasi elitlerin hanımlarına birisi artık izah etmeli ki tesettür, "göze çarpmak ve dikkat çekmek" değil, bilakis "ziynetleri gizlemek" anafikri üzerine yaslanır, bu bir; ikincisi, bir kömür çuvalının içine konulmuş ve ağzı sıkıca bağlanmış halde de olsa bir kadının podyuma çıkarılmasında uzak yakın hiçbir İslâmi nükte bulmak mümkün değildir. Bu gibi gösterileri dini hassasiyet uğruna düzenlediğini iddia edenler dürüst olmalılar; yaptıkları işin sadece "ticari" boyutu vardır. Bu tenkidler, dileyen hanımların şık, temiz ve bakımlı olmak hak ve imkânlarına bir tahdid getirmiyor, sadece şu sual sorulmalı ve cevabı samimiyetle verilmeli; şıklık, güzellik, bakımlılık kimin için, kime yönelik? Evinden sokağa çıkmak üzere hazırlanan her hanım, ayna önünde bu suali nefsine yönelttiğinde cevabını bilir.

Bu gibi zihin bulandırıcı propagandalar yüzünden tesettürle türbanın aynı anlama kilitlenmesi çok ilginç; hanımlar pekâlâ bilirler ki "örtsünler" emrini şeklî mânâda anlayan ve uygulayan bir kadın, dilerse "yine de" ziynetlerini sergileyebilir ve bu hâlin misâllerini görüyoruz; buna mukabil saçını bile örtmediği halde, hali, tavrı, giyim üslubu ve davranışları ile "mütesettir" hanımlar hiç de az değil. Kimseye fetva vermek, ölçü getirmek derdinde değilim, yazdıklarımın yanlış yorumlanabileceğinin de farkındayım. Bu memleketin, mukaddes Ankara Palas'ta tesettür defilesi tertiplemekten daha mühim ve âcil meseleleri var; iz'an herkese lâzım.