Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ'un Harbokulu konuşması ve Hakkari'de Dağ Komando Tugayı'ndaki askerlerin ve ailelerin yaptığı pankartlı eylemi yan yana koyup resme bakınca ne görüyorsunuz?

Bu iki hadiseyi değerlendirirken şöyle düşünüyorum: Konuşma metnindeki irtica ile ilgili kısımlar "lâzım-ı gayrı müfârık" addedilmelidir, yani "onsuz olamayacak, olmazsa olmaz cinsinden gereklilikler". Resmi yazışmalarda kullanılması âdet hükmündeki elkab ibâreleri vardır hani; tek başlarına pek bir şey ifade etmezler ama zikredilmemeleri fark edilir, ayıpsanır, öyle bir şey. Ne denilmek istenildiğini anlamak ve asıl mesajın mahiyetine erişmek için laiklikle ilgili elkab ibârelerini geçip sair kısma bakmak gerekiyor.

Elbette her iki hadisenin, yani gösteri yürüyüşü ve Harbokulu konuşmasının mûtad emir-komuta hiyerarşisi dahilinde yönlendirildiğini varsayarak konuşmak lazım. Benim gördüğüm şeyin adı "arayış"tır. Silahlı Kuvvetler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tam da merkezinde tuttuğu yerin, içerden ve dışardan gelebilecek sorgulama taleplerine karşı savunmasını yapmak, yeni bir meşruiyet çizgisinde tutunmak için ses ve üslûb idmanı, strateji belirlemek için zemin etüdü yapıyor.

Orgeneral Başbuğ'un konuşmasında işaret ettiği hususlar, geleneksel askeri diskurun tekrarı gibi görünse de dikkat çekici ayrıntılar taşıyor, "askerin tek başına mücadelesi yetmez; devletin tüm kurumları ve sivil toplum kuruluşları da mücadeleye katılmalıdır" meâlindeki cümleden anlaşılması gereken, AB kaynaklı eleştiriler karşısında ordunun yalnız bırakılmaması gerektiğidir; nitekim bu talep şöyle seslendiriliyor: "Silahlı Kuvvetlerin (...), anayasal düzenin üç temel niteliği olan, ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istiyorlar. TSK'yı, başka ülkelerin ordularıyla karıştırarak, farklı sonuçlar üretmeye çalışanlar, Türk toplumunun tarihini de, gerçeklerini de bilmeyenler ya da kendilerine yabancılaşmış olanlardır. TSK, laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuştur ve olmaya da devam edecektir."

Hakkari'deki toplu askerî eylem ise, moda tabirle bir ilk; Tugay komutanı ve karargâh subayları, eş ve çocuklarının oluşturduğu toplulukla birlikte daha iyi ve yeterli belediye hizmeti almak için pankartlı yürüyüş yapıyorlar. Bu eylem, doğrudan belediye başkanı yerine Hakkarililere hitab etme ihtiyacını hissettirmesi bakımından dikkat çekicidir, bir nevi halkla ilişkiler çalışmasını andırıyor bu durum. Toplum desteği taleb etmesi bakımından da Org. Başbuğ'un konuşması ile örtüşen bir boyutu söz konusu.

Bilindiği üzre önceki Genelkurmay Başkanı Sayın Hilmi Özkök, askerin sistem içindeki yeri konusunda daha demokratik profil gösterdiği için sevmeyenlerince hayli eleştirilmiş ve atla darıyı dövüştürmek konusunda kabiliyetli gazeteci esnafı tarafından giderayak, Cumhurbaşkanı'na bir güzel azarlattırılmıştı! Bu çevreler hayli zamandır "çok serttir, konuşursa kötü yapar, vurduğu yerden ses getirir" gibi imâlarla ordunun yeni yönetimini adeta bir şeyler yapmaya zorluyor gibiydiler. Nitekim necib basınımızın önlibero tayfası, konuşmayı "sert yaptı" serlevhasıyla duyurmayı tercih ettiler. Oysaki bu sertliğin hemen arka planında duran tereddüdün fark edilmemesi çok zordu. Konuşmanın böyle bir anlam boyutu da yok değil.

Müneccim değiliz fakat bundan sonra vukuu muhtemel olan şey, TSK'nın AB normlarına göre dönüşmesi yerine, sistemin eskisi gibi TSK merkezli yapısında direnmesi ve AB'ye katılma sürecinin garip mayın tuzaklarına çarpmasıdır.

Evet, duruş mütereddid görünüyor ama bu raundu AB yanlıları zor alırlar!